Zaman zaman fikir piyasasını bozan, bulandıran "silik sözler", son günlerde yeniden dolaşıma sokulmuş görülüyor.
Değişik çevrelerin, özellikle Bediüzzaman Said Nursî hakkında ortaya attıkları iddialara ve uydurdukları sözlere yakından baktığımızda, bu işin "düşünce kalpazanları"na ait olduğunu açıkça görebiliyoruz.
Zira, bu tür silik söz ve iddialarla, Üstad Bediüzzaman'ın uzaktan yakından bir alâkası yok. Olsaydı şayet, bunlara Said Nursî ve talebelerinin insafsızcasına sevk edilmiş oldukları yüzlerce mahkemeden hiç olmazsa bir–iki tanesinde mutlaka karşılarına çıkarılacaktı... Ancak, böyle bir durum yok; böyle bir vakıa söz konusu dahi değil.
Ama, bu son derece açık ve yalın gerçeğe rağmen, bakın ne tür iddialarda bulunuluyor: "Said Nursî, 1918'de kurulan Kürt–Teali Cemiyeti üyesidir... Said Nursî, Millî Mücadele döneminde İngiliz ve Yunan tarafını tutmuştur... Said Nursî, 1921'de Sivas–Dersim tarafında vuku bulan Koçgiri İsyanına katılmıştır... Said Nursî Kürtçüdür, en büyük ideali Kürdistan'ı kurmaktı... Said Nursî'nin eserleri Cemaleddin Efganî'den alıntıdır..."
Kafa midesini bulandırmaktan ve Said Nursî'ye kara çalma sevdâsından başka en ufak bir ciddiyet taşımayan bu saçma iddialar değişik kişi ve gruplara ait olmakla birlikte, bunların ortak paydasının bir Frengî illeti olan "ırkçılık" olduğunu ifade edelim.
Bu düşünce kalpazanlarında ilmî ciddiyet, kalem nâmusu diye bir meziyet yoktur. İddialarını ispata, belgelemeye çalışmazlar. Delil getirmezler. Yüzlerce mahkemenin vermiş olduğu beraat kararlarına hiç, ama hiç aldırış etmezler.
Oysa, ileri sürdükleri iddialar doğruluk payı bile bulunsaydı, Said Nursî ve talebelerinin işi çoktan bitirilmişti. Binlerce insanı darağacına sevk eden gaddar mahkemeler, onları götürürdü.
İşte bakın, hiçbir mahkemenin yapamadığını, bugün ortaya çıkmış bir kısım fikir kalpazanları yapmaya çalışıyor. Bunlarla tek tek ve isim isim uğraşmaya bile değmez.
Zira, bunlar başkası için konuşur, başkası adına havlarlar. Her birinin ağzına taş atmaya kalkarsak, yer de taş kalmayacak.
Perde arkasındaki akıl sahiplerine ise, gereken cevapları verdik, vermeye devam edeceğiz.
Tarihin yorumu = 17 Haziran 1631
Mahal Hatunun ölümü; Tac Mahal'in doğuşu
Dünyanın yedi harikasından biri olan Hindistan'daki Tac Mahal'e ismi verilen imparator eşi Mümtaz Mahal Hatun, doğum esnasında hayatını kaybetti.
Asıl ismi "Arcümend Banu Begüm" olan Mahal Hatun, 1627–1658 yıllarında Babür Devletini yönetmiş olan Şah Cihan'ın çokça sevilen eşidir. 17 Haziran 1631'de öldüğünde, 18 yıllık evli olup henüz 36 yaşındaydı.
Mahal Hatun, bu genç yaşına rağmen 14. çocuğuna hamiledir. Doğum esnasında vefat eder. Genç padişah ise, adeta deli–divâneye döner. Uzun müddet yasını tutar.
Aradan aylar geçer. Sonunda derin bir düşünceden sıyrılır gibi kendini toparlar ve hayatının en mutlu devresinde kaybetmiş olduğu sevgili hatunu için dünyada eşi–benzeri bulunmayan harikalar harikası bir eser inşa etmeye karar verir. İşte, 350 senedir dünyanın ilgi odağı olan Tac Mahal'in ilk nüvesi de bu sûretle atılmış olur.
Büyük Timur İmparatorluğunun bir kolunu teşkil eden Babür Devletini (Türk–Hint İmp.) yıllardır idare eden Şah Cihan, iç dünyasında tasarlamış olduğu Tac Mahal'i inşa ettirmek için, çok geniş kapsamlı bir faaliyet başlatır. Bu faaliyetin merkezini, aynı zamanda devlet merkezi olan Şahcihanâbad (bugünkü Delhi) yakınlarındaki Agra kale–şehri teşkil eder.
Şah Cihan, o dönemde araları iyi olan Osmanlılar'dan en iyi yetişmiş mimar ve hattatları dâvet eder. Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile Hattat Serdar Efendi, bu dâvete icabet ederek Hindistan'ın Agra şehrine giderler.
Tasarım ve planı tamamlanan Tac Mahal'in inşasına hemen başlanır. Tasarıma göre, bütün iç ve dış duvarların, yüksekliği 80 metreyi bulan orta kubbenin ve minare yüksekliğindeki dört kulenin tamamı beyaz mermerden yapılacak. Ayrıca, süslemede en değerli taşlar kullanılacak ve mabedin önünde de büyükçe bir havuz inşa edilecek...
Kullanılan mermer taşların, en az 300 kiometrelik bir mesafeden getirildiğine ve mabedin inşaatında yaklaşık 20 bin işçinin çalıştırıldığına dair rivayetler var.
Tac Mahal'in yapımı 20 yıldan fazla sürer. Eserin bitiş tarihi olarak, 1653 senesi gösterilir.
1658 yılına gelindiğinde ise, hiç umulmadık bir gelişme yaşanır. Cihan Şah'ın oğulları arasında ciddî bir taht kavgası başlar.
Sonunda, oğullarından biri idareyi ele geçirir, diğer kardeşlerini tedip eder, hatta babasını bile tutuklatarak hapseder.
Cihan Şah, hayatının son 8–9 senesini, Tac Mahal'in iki kilometre uzağındaki Agra Kalesinde mahpus olarak geçirir. 1666'da vefat eder ve onun da mezarı Tac Mahal'de medfun bulunan sevgili eşi Banu Hatunun yanıbaşında yapılır.
Tac Mahal'in bir kısmı türbe olup ziyarete açık iken, bir diğer bölümü cami olup Cuma günü sadece Müslümanların ibadetine açıktır.
17.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|