“ATATÜRK’Ü sevmiyorum” diyen Nuray Canan Bezirgan’i tenkit değil, linç etmek istediler. Nuray Hanım’ı bilmem, ama, ben ayrıca şarapçıları sevmem; demokrat olmayanları da sevmem, diktatörleri de, zorla falanı filanı sev diyenleri de sevmem! Sevmek zorunda da değilim!
“Atatürk’ün sofrasında 12 yıl hizmet veren Cemal Granda, ‘Moda koyundayız, Atatürk, ‘Buraya geldiğimizi kimse görmesin. Elektrikleri de söndürüp kendi kendimize rahat bir şekilde yeyip içelim’ dedi… Fakat daha on beş dakika bile geçmemişti ki, çevremizin sessiz sedasız sandallarla çevrilmekte olduğunu gördük… Atatürk, ‘Size ne ikram edeyim, ne istersiniz?..’
“‘Rakı, şarap ne varsa hepsini halka dağıt. Bana da bir şişe bırak’ dedi. Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan herkese dağıttım. Bağırış, çağırış gırla gidiyor. O zaman Atatürk, karşısında coşan, sevgi gösterisi yapan halka doğru kadehini kaldırarak şöyle konuştu:
“‘Vatandaşlarım... Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerlerdi. Ben açık içiyorum. Siz de benimle beraber içiyorsunuz. Neticede unutmayın ki, ben de sizin gibi insanım.’”1
Ben sadece rakıcı, şarapçıları değil; Şapka İktisâ’ı Kanunu çıkarıp… 14 Aralık 1925’te şapka giymemekte ısrar eden ve aleyhte bulunan 143 sanıktan 8 kişiye idam, 14 kişiye 15’er, 22 kişiye 10’ar, 19 kişiye de 5’er sene hapis cezâsı kesen İstiklâl Mahkemeleri’ni de sevmem. Tekke ve zâviyeleri kapatanları da sevmem! Takrir-i Sükûn Kanunu ile muhalefeti susturanları da sevmem! 1000 yıldan beri yoğrulduğumuz kültürün harflerini yasaklayıp, İslâm kültürünü imhâ etmek; kökünü kazımak isteyenleri de sevmem! Eskiden beri ve hâlen, tarikat ve cemaatleri illegal sayanları, başörtülü kızları okumaktan men edenleri de sevmem! İlim ve fikir adamlarını hapis ve mahkemelere sevk edenleri, “tetik çekenleri” serbest, “tesbih çekenleri” mahkûm edenleri de sevmem!
Sevmek zorunda mıyım? Hayır! Ehl-i dünya bize derse ki: “Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muârızsın. Biz muârızlarımızı ezeriz.”
“Elcevap: Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil. Çünkü idarenizi, âsâyişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde ‘Kalb de bizi sevsin’ demeye?
“Kalbe karışsanız: Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temennî ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de, hal-i âlemin salâhını temenni ediyorum, duâ ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslâhını arzu ediyorum. Fakat irade edemiyorum; çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum; çünkü ne vazifemdir, ne de iktidarım var.”2
Kalplerimize dahi ipotek koymaya kalkan zorbalara asla aldırmayız. “Bütün mekteplerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hâl ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde, onun mâhiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat’î hüccetler gösteren ve ispat eden Risâle-i Nur geçmesi, kemâl-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.”3
Dipnotlar:
1- Atatürk’ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor / Kristal Kitaplar, 2. baskı. (1) Sayfa: 222 (2) Sayfa: 215.; 2- Şuâlar, s. 404.; 3- Şuâlar, s. 298-299.
17.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|