Uzmanlar, halkın sağlığını tehdit eden zehirli kene istilâsının sebep ve çareleri üzerinde kafa yormaya devam ediyor.
Bu hususla alâkalı olarak, hemen her gün üzücü yeni bir vukuatla karşılaşmak mümkün. Buna karşılık, uzmanlardan yeni açıklamalar ve resmî yetkililer tarafından da yeni yeni uyarılar yapılıyor: "Aman dikkat edin! Şöyle yapın, böyle yapmayın, vesâire..."
Söylenenleri, elbette dikkate almak ve ona göre ihtiyatlı davranmak lâzım.
Lâkin, vaktiyle yapılmış olan ciddî bazı uyarıların, hükümet ve devlet yetkilileri tarafından da dikkate alınması gerekmez miydi? Elbette gerekirdi. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, yapılan uyarıların çoğu kulak ardı edilmiş, üzerinde yeterince ve gerektiği kadarıyla durulmamış, hatta es geçilmiş.
Meselâ "kuş gribi/tavuk vebâsı" gerekçesiyle uygulanan "tavuk itlâfı" hakkında yapılmış olan uyarılar gibi...
Bundan iki–üç sene evvel, öyle bir tavuk telefatına girişildi ki, hatıra geldikçe insanın vicdanı sızlıyor, tüyleri ürperiyor.
Biz, o tarihte yapılan bu korkunç tatbikatın hem insanlık dışı boyutunu tenkit ettik, hem de bunun yol açacağı muhtemel tehlikelere dikkat çektik.
İşte, bugün maalesef o tehlikelerden biriyle, "kene belâsı"yla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Uzmanlar, özellikle köylerdeki tavuk itlâfının kene istilâsına yol açtığını—çekinerek de olsa—ifade ediyorlar.
Biz de, üzerimize düşen vazifeyi vaktiyle ifâ etmenin vicdanî rahatlığı içindeyiz. Bundan iki buçuk sene evvel, hem yapılan yanlışa şiddetle karşı çıktık, hem de dâvet edilen tehlikelere yana yakıla dikkat çektik.
İşte şu satırlar, 16 Ocak 2006'da yayınlanan "İtlâf fâciası" başlıklı yazımızda geçiyor:
"Sağlık gerekçesiyle yüz binlerce kanatlı hayvan itlâf ediliyor. Bu işte bir yanlışlık olmalı. Çünkü, kuş gribi felâketini önleyelim derken, bir başka fecaat sergileniyor. Felâketi katmerleştiren bir fecaat...
"Evet, ne yazık ki, Türkiye'de bir itlâf faciası yaşanıyor. Zira, insan sağlığına hizmet adına, insanlık dışı yollara, metotlara başvuruluyor. Hizmet adına, açıktan açığa vahşet tabloları sergileniyor. Kuş gribinin tesbit edildiği bölgelerde, şüphe üzerine veya `her ihtimale karşı` binlerce kanatlı hayvan yakalanıp vahşice telef ediliyor.
"Tavuk, horoz, hindi , ördek, kaz, güvercin, vesaire, yakalanan bütün kanatlılar, canlı canlı torbalara, çuvallara, hatta naylon poşetlere doldurulup götürülüyor. Torbaların içine alt alta, üst üste moloz yığını gibi atıldıkları andan itibaren, o hayvancıklar için azap ve eziyet dakikaları başlıyor. Yarı canlı hale getirilen bu hayvanlar torbaların içinde, torbalar da yine yığma vaziyette kamyonlar içinde ölüm yolculuğuna çıkartılıyor. İtlâf noktasına getirilene kadar, canlı kalanların cıyaklaması devam ediyor.
"Sonra çuvallar, torbalar içindeki o hayvancıklar ya bir çukura atılarak üzerleri toprakla kapatılıyor, ya da alevlerin içine fırlatılarak kömür ediliyor. Bu arada çuvalda gedik açarak kaçan, firar edenler oluyor. Ancak, onların da şansları yaver gitmiyor. Hemen yakalanıyor ve ne yazık ki yine canlı halde ölüm çukuruna, yahut azap ateşinin ortasına atılarak itlâf ediliyor.
"Acaba, bütün bu yapılanların doğru şeyler olduğunu kim savunabilir? Hayvan bile olsa, bu canlılara karşı sergilenen vahşetin medenilikle, çağdaşlıkla, insanlıkla ve dahi İslâmlıkla bir alâkasının olduğunu kim iddia edebilir? Kurban kesimine karşı, sözde insanlık damarı depreştiği için yıllardır yaygara koparanların, sayıları milyonları geçen kanatlı hayvan telefatı karşısında sus–pus olanların kulakları çınlasın...
Ve bozulan denge...
"Mevcut hayvanların itlâfı yoluna gitmek, ayrıca korunması gereken bazı dengeleri de bozuyor, alt üst ediyor. Meselâ, ekolojik denge bozulmaya yüz tutuyor. Zira, her hayvanın, hatta her canlının tabii/fıtri denge içinde bir yeri var, kendince bir boşluğu dolduruyor. O canlıyı yok ettiğinizde, hiç ummadığınız bir tehlike gelir ansızın kapınıza dayanır."
Tarihin yorumu = 18 Haziran 1936
Hükûmet de, devlet de CHP demektir
Tek parti döneminin en imtiyazlı Başbakanı İsmet Paşa, tarihte emsâli olmayan bir genelge yayınlayarak, bundan böyle parti işleriyle hükümet ve devlet işlerinin birlikte yürütüleceğini duyurdu.
Bu benzersiz genelgeye göre yeni sistem şöyle olacak: İçişleri Bakanı, aynı zamanda CHP Genel Sekreteri, valiler de CHP İl Başkanı görevini üstlenmiş olacak.
Yapılan değişikliğin gerekçesi ise, şu şekilde açıklandı: Millet ve memleket için yapılan hizmetlerin daha rahat ve daha kolay olmasını sağlamak...
Bu tarih itibariyle, birleştirilen parti, hükümet ve devlet hiyerarşisinin ilk üç kademesi şu sıralamaya göre şekillendi:
1) M. Kemal: Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı.
2) İ. İnönü: Başbakan ve CHP Genelbaşkan Vekili.
3) Ş. Kaya: İçişleri Bakanı ve CHP Genel Sekreteri.
Aynı anda, il ve ilçelerde parti, hükümet ve devlet işlerinin uyum içinde yürütülüp yürütülmediğini denetlemek için kurulmuş bulunan "Parti Müfettişliği" de yine İşçileri Bakanlığına bağlandı.
Bu tarihten itibaren, Şükrü Kaya'nın çok önemli ve tesir gücü yüksek bir mevkiye getirilmiş olduğu görülüyor.
1927'den beri zaten İçiçleri Bakanı olan Şükrü Kaya, 18 Haziran 1936'dan sonra, aynı vazife ile birlikte parti ve müfettişlik işlerinin de en yetkili ve sorumlu kişisi oldu.
Şükrü Kaya'nın bu "üçüncü adam"lık saltanatı, M. Kemal'in ölümüne kadar sürdü. 11 Kasım 1938'de Cumhurbaşkanlığı makamına oturan ve aynı anda CHP Genel Başkanlığı vasfını da kazanan İsmet Paşa, Şükrü Kaya'nın Dahiliye Bakanlığından derhal istifa etmesini istedi.
Bu istifa ile birlikte, Şükrü Kaya'nın (1884–1959) siyasetteki yıldızı da sönmeye yüz tuttu. Bu tarihten sonra yıldızı parlayan ve daha üst makamlara getirilen şahıslar ise, şunlar oldu: Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker ve Hilmi Uran.
18.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|