27 MAYIS kalkışması sonrası kurulan göstermelik mahkeme, verdiği hukuk dışı idam ve hapis kararlarıyla siyaset alanını, siyasetin gerçek aktörlerinden temizlemeye ve yeniden dizayn etmeye çalışmıştı. Tasfiye edilmek istenen siyasi hareketin beş yıl sonra tek başına iktidara gelmesi yargı eliyle siyaset alanının dizayn edilmesinin kalıcı bir sonucu olmadığını gösterdi. 12 Eylül’de bütün siyasi partilerin kapatılması ve mensuplarına siyaset yasağı getirilmesi, yargı işin içine karıştırılmaksızın gerçekleştirildi. Daha sonra referandum yoluyla siyaset yasağı kaldırıldıysa da 12 Eylül hareketi siyasi alanda kalıcı değişiklikler doğurdu. “Postmodern Darbe” 28 Şubat sürecinde Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin kapatılması ile yargı siyaset alanının yeniden dizayn edilmesine dolaylı da olsa katkı sağladı. Bu dolaylı katkı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasına yol açtı. Daha çok ekonomik alanda başarılar elde etmeye odaklanmış AKP, sistemin temel dinamiklerine dokunmaktan kaçınmaya çalıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşanan restleşmeler ve sonunda Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi zaten kırılgan olan yapıda ciddi çatlamalara yol açtı. 22 Temmuz seçimlerine yeni sivil anayasa vaadiyle giren AKP, seçimler sonrası bir bilim kuruluna hazırlattığı anayasa taslağını ürkek bir tavırla zorla da olsa kamuoyu ile paylaştı. Toplumda büyük bir heyecan uyandıran yeni ve sivil bir anayasa beklentisi, AKP’in bu konudaki kararsızlığının kurbanı oldu ve derin bir hayal kırıklığı yaşandı. Toplumda ki tek beklentinin üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkması olarak düşünen sığ anlayış yeni bir anasaya özlemini AKP ile MHP arasında yaşanan restleşmeye feda etti. AKP topluma yaşattığı bu hayal kırıklığı ikliminde kapatma davasıyla karşı karşıya kaldı. Dava iddianamesi toplumun büyük bir bölümü tarafından tepkiyle ve “yargı darbesi” yorumuyla karşılandı. Anayasa Mahkemesi bu yorumlara karşı suskun kalmayı tercih etti. Anayasa değişikliklerinin iptali mahkemeyi eleştirilerin odağına koydu. Eleştirilerin artması üzerine mahkeme 13 Haziran’da savcıları göreve çağıran sitem dolu bir açıklama yaptı. Açıklamada “ Esasen toplumu ilgilendiren önemli siyasal sorunlar hakkında ilgili ve yetkili organlarca demokratik bir ortamda çözüm aranması, demokratik parlamenter sürece daha uygun iken, yargı organlarınca çözüme zorunlu bırakılması çağdaş dünyada hiç arzu edilmeyen bir tercihtir” değerlendirilmesinde bulunulması olumlu karşılandı. Ancak başta emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu’na atfen, siyaset alanında hukuk eliyle gerçekleştirileceği söylenen düzenlemeler gittikçe yoğunluk kazanıyor. Sistemin kendisini çok sert önlemlerle koruyacağı ve bütün bunların da “hukuk eliyle” yapılacağı iddiaları karşısında mahkemenin vereceği karar merakla bekleniyor. Yargıtay Başkanlar Kurulunun açıklaması, buna destek veren Danıştay’ın açıklaması ve Anayasa Mahkemesi başkanvekili Paksüt’ün kamuoyundan gizlenen ve önce inkâr edilen, daha sonra tevilli bir ikrarla kabul edilen askeri karargah ziyaretleri, siyaset alanında toplum mühendisliğinin yeni aktörünün yargı mı olduğu şüphesini güçlendiren olgular. Hukuk’un bu denli belli siyasal amaçların gerçekleştirilmesi için araç kılınması ne kadar kalıcı sonuçlar doğurur bugünden kestirmek zor. Ancak sistem’in kendisini “hukuk eliyle” Millete karşı koruyacağı iddiaları, nasıl nitelendirilirse nitelendirilsin bu Sistemin! demokrat, sivil bir anayasa ile tasfiyesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır.
19.06.2008
E-Posta:
|