Bilhassa yakın tarihimizin karanlık sayfaları arasına sokuşturulan tomar tomar yalanları görerek bunları ayıklamaya çalışan merhum tarihçi Mustafa Müftüoğlu'na artık gına gelmiş olmalı ki, sesini yükselterek "Yalan Söyleyen Tarih Utansın" diye haykırmak mecburiyetinde kaldı.
Dahası, haykırmakla da yetinmedi, aynı nidâî ifade ile, yarım düzineyi aşan sayıda tarih kitapları serisi vücuda getirdi. (Bkz: Çile Yayınları)
Acizane bizler de, çeyrek asrı aşan bir süredir, aynı vâdide yürüyor, dere tepe yol giderek mesafe almaya çalışıyoruz.
Bu vâdide yürürken, merhum Müftüoğlu'nun isyan ettiği o dizi dizi "yalanlar"a dahi rahmet okutacak cinsten utanç veici şeylerle karşılaştık.
Bunlar, özetle kahredici çarpıtmalar, ürpertici isnat ve iftiralar, dehşet verici zulümkârlıklar ve insanı insan olmaktan utandıracak türden bed muamelelerdi.
Keza, bunlarla eş zamanlı olarak yaşanan türlü türlü zilletler, yaranmalar, meddahlıklar ve makam, mevki, menfaat peşkeşliklerine de şahit oluverdik.
* * *
Fakültede okumaya başladığımız tâ 1981'den beri "genel tarih"le alâkadarız. Lâkin, asıl ilgimizi çeken, bilhassa son yüz elli yıllık süreçte yaşanagelen hadiseler zinciri oldu.
Bu hadiseler zinciri içinde ise, hasseten 1800'lü yılların sonlarına doğru sesini duyurmaya muvaffak olan, üstelik halen de ülke ve dünya sathında tesir ve yansımaları devam eden Bediüzzaman Said Nursî'nin yazıp söyledikleri, görüp karşılaştığı hususlar nazar–ı dikkatimizi çekti.
Evet, yakın tarihe dair konular üzerinde yoğunlaşmamızın asıl sebebi ve muharrik unsuru bu oldu.
İşte, bilhassa bu mihver üzerinde yaptığımız tarihî seyahat ve inceleme notlarını sizlere peyderpey sunmaya çalışmaktayız.
Nasip olursa, önümüzdeki günlerde, Bediüzzaman Said Nursî'nin İstiklâl Harbi, yani Millî Mücadele döneminde takındığı âkılâne ve merdâne tavrının yanı sıra, onun vatan ve milletin hukuku nâmına yapmış olduğu kahramanlıkları şahitlerin ve belgelerin dilinden sizlere aktarmak arzusundayız.
Hadiseleri olduğu gibi yansıtan bir tarih bilgisinin, hakikate en doğru şahit olduğu inancındayız.
İşte, o "doğru şahid"i konuşturmayı, biz de kendimize bir nevi vazife telâkki etmekteyiz.
Bu vesileyle, sizlerin de himmet ve duâsını beklediğimizi ifade etmiş olalım.
Tarihin yorumu = 1 Temmuz 1926
Sahi, neresi Türk bu Avrupaî kànunların?
Yüzde yüz yabancı ve ithal malı olan yeni ceza kànunları, 1 Temmuz 1926 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi.
Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'tun sevk ve idaresi altında yapılan çalışmalar sonucu, Avrupa'da uygulanmakta olan ceza kànunları arasında "en sert" olanın İtalya'da olduğu tesbit edildi. En sert cezâ kànunu, "Devrimlerin daha hızlı uygulanabilmesi ve bunların halka daha kolay şekilde (!) kabul ettirilebilmesi" gereçesiyle aranıyordu.
Aranan sertlikteki kànun nihayet bulundu ve derhal Türkiye'ye ithal edilmesi kararına varıldı.
Bilindiği gibi, bu tarihten bir süre önce de İsviçre Medenî Kànunları ithal edilmiş ve Meclis'te topluca oylanarak aynen kabul edilmişti.
Gariptir ki, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edilen bu her iki ecnebî kànununa da—tıpkı diğerlerinde olduğu gibi—Türk kànunları ismi verildi.
İçinde (Müslüman) Türk'ten ve Türklükten zerre miktar unsur, iktibas, hatta esinti dahi bulunman bu kànunlara, meselâ "Türk Medenî Kànunu" veya "Türk Ceza Kànunu" diye isim takılmasının asıl sebebi, tamamiyle kandırmaya, yanıltmaya, aldatmaya yönelik bir kamuflajın kullanılmasına duyulan ihtiyaca dayanır.
Ömür boyu milletvekili
1892 Kuşadası doğumlu olan Mahmut Esat, Meclis'in ilk kuruluşundan (1920) tâ öldüğü tarihe (21 Aralık 1943) kadar hep milletvekili olarak kalmış.
Aynı şekilde, 1922'den itibaren çeşitli bakanlıklarda bulunmuş, 1925'in başında itibaren de Adâlet Bakanı yapılmış.
İşte, özellikle "hukuk reformu"nu yapmaya da bu dönemde başlamış ve dolu dizgin gitmiş.
Bozkurt, bütün bu yaptıklarının arka planında M. Kemal'in bulunduğunu ise, yine M. Kemal'in sahibi olduğu Hakimiyet–i Milliye isimli gazetede ifade ediyor.
İşte, bu gazetenin 7 Şubat 1926 tarihli sayısında yanınlanan reformist Adliye Bakanı M. Esat Bozkur'tun kendi ifadeleri:
"Cumhuriyet kànunlarında bir muvaffakiyet ve bir güzellik görülüyorsa, bu şahsıma değil, doğrudan doğruya Türk İhtilâlinin büyük lideri Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine aittir. Büyük liderden aldığım maddî ve manevî feyz ve ilhamladır ki, bu kànunları hazırladım.
“Memleketimizi sevenler, bizden olanlar, Türk inkılâbına iyilik dileyenler, namuslu insanlar, bu sert ceza kànununda kendilerine bir sığınma yeri bulacaklardır. Bu ceza kànunu, namuslu insanlar için dokunulmazlık belgesidir”.
Son olarak, 1943 yılı sonlarında İstanbul'da beyin kanaması sebebiyle ölen Bozkurt'a ait olduğu bilinen "Cumhuriyet savcılığı" tâbiri hakkındaki izahına yer verelim. Bu hususta, "Neden başbakan, müsteşar, vali, vs... için değil de, sadece savcılar için 'cumhuriyet savcısı' tâbirini resmileştirdiniz?" diye sonralara şu cevabı veriyor: "Çünkü, öyle zaman olur ki, cumhuriyeti koruyup kollamak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısıdır."
01.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|