Cemil Meriç'in Said Nursî ve eserleri hakkında yazıp söyledikleri, şu mütevazı yazı dizisine sığmayacak kadar çok. Tamamını derleyip toplarsanız, büyükçe bir kitap hacmine rahatlıkla ulaşabilir.
Üstelik, bunlar öyle boş ve eften–püften şeyler de değil. Son derece tutarlı ve manidar ifadeler. Zira, Cemil Meriç, çok düşünen, fakat az öz konuşan bir şahsiyettir.
Buna rağmen, Said Nursî'ye dair sohbetleri ve kaleme aldıkları azımsanmayacak ölçüde bol ve bereketli. Hepsini burada sıralamakla bitecek gibi değil...
Bu sebeple, yazımızı bir yerde noktalamak durumundayız.
Kutay, Nursî'yi değil, kendini anlatıyor
Mütefekkir bir şahsiyet olduğu kadar, münekkit bir düşünür de olan Cemil Meriç, yine bir ziyaretimiz esnasında söz dönüp dolaştı Cemal Kutay'ın Said Nursî hakkındaki çalışmasına geldi. Meriç Hoca, bu hususla alâkalı olarak salonda hazır bulunanları adeta şoke eden şu değerlendirmeyi yaptı:
"Said Nursî hakkında benim ciddiye alabileceğim bir çalışma henüz ortada yok. İyi niyetli birtakım çalışmaların farkındayım. Fakat bunları asla kifayetli buluyor değilim. İlim camiasının dikkatini çekecek, onları akademisyenleri tatmin edecek ve muarızları da dize getirecek evsafta bir çalışma yapmak lâzım. Bakalım, böylesi bir hizmet kime, yahut kimlere nasip olacak...
"Cemal Kutay'ın yaptığı çalışmaya gelince... Kutay, bu kitabında Said Nursî'yi değil, kendini anlatıyor. Ne yazık ki öyle... Keşke böyle bir çalışma hiç yapılmasaydı, böyle bir kitap hiç yayınlanmasaydı. Bediüzzaman'ı ve dâvâsını anlamaktan, anlatmaktan çok uzak bir kitap müsveddesidir bu. Faydadan çok, zararı olduğu kanaatindeyim..."
O gün için, Cemil Meriç tam olarak anlaşılamadı. Ancak, aradan geçen zaman, onun ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. "Türkçe ibadet" aşkıyla yanıp tutuşan Atatürkçü Kutay, tarihçiliğinden çok, yalancılığıyla kayıtlara geçti. Yaptığımız araştırma ve tesbitlere göre, yüzde yüz yalan yere Emirdağ'a gidip günlerce Said Nursî ile görüştüğünü, konuştuğunu, hatta röportaj yaptığını söyledi, durdu... Hakikaten, onların hepsi hayaliydi, yalan ve yanlış şeylerdi.
Nur kalesine çarpan dalgalar
Son olarak, Cemil Meriç'in Said Nursî ve eserleri hakkında "Bu Ülke" isimli eserinde yazdığı yazıdan kısa bir bölüm aktararak nihayet verelim.
“Said’in müridi, bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbirleriyle. Ve bağrında adsız bir uğultu yükseliyor... Bir fırtına rüzgârına benzeyen Nur Risâlelerinin zaman zaman boğuk, zaman zaman heybetli yankısı.
“Said, dağbaşında vaaz eden bir mürşid. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın... Nass’ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, târihin içinden geliyordu: Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşti. Yâni, Nurculardan önce kelâm var.
“O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi (!) ile Anadolu, tereddütle inanç... Karşı karşıya geldi.
“Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı îmanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risâle bir çığlık, şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?
“Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa olarak Nur kalesi önünde geriler. Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazları için bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu. Nurcuları yok farz etmek, gaflet. Nurcular adalarında kendi hayatlarına devam edebilirler. Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmak.
“Said-i Nursî, bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman."
(Bu Ülke, s. 247)
Tarihin yorumu = 28 Haziran
1363/1963
Yılı değişen Kara Kuvvetleri Günü
TSK'nın en büyük kuvvet birimi olan Kara Kuvvetlerinin "kuruluş günü" 28 Haziran olarak kabul ediliyor.
28 Haziran 1363'te teşkil olunan Yeniçeri Ocağının kuruluş gününe istinat eden bu gelenek, 1963'ten sonra tedricî bir kırılmaya mâruz kalarak değişime uğradı.
1963'te Yeniçeri Ocağının, dolayısıyla Kara Kuvvetlerinin 600. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, nisbeten daha çok ses getirecek, daha büyük tesir uyandıracak birtakım etkinlikler düzenlendi.
Aynı günlerde Orkun mecmuasında (Sayı: 18, 15 Temmuz 1963) yazılar yazan Türkçü Nihal Atsız, bu geleneğe itiraz etti ve Kara Kuvvetlerinin Mete Han tarafından MÖ 209'da kurulmuş olduğu iddiasında bulundu. Aynı kişi, aynı iddiayı on yıl sonra bu kez Ötüken dergisinde tekrarladı.
Bu arada (1968) tarihçi Yılmaz Öztuna da, dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'a Türk Kara Kuvvetleri'nin kuruluş tarihinin MÖ 209 olması gerektiği teklifinde bulundu.
Bu minval üzere devam eden gelişmelerle, nihayet Kara Kuvvetleri kuruluş gününün 28 Haziran şeklinde berdevam olmasına rağmen, kuruluş yılının ise, Milattan Önce 209'a çekilmesi benimsenmiş oldu.
Bu tarih, 2005'ten itibaren teşkilâtın brövesine de dahil edilmiş oldu.
28.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|