Bize "Kırk Ambar" isimli eserini imzalayan Cemil Meriç, imza yerindeki özel notunu da "Huzma safâ, da'ma keder" diyerek noktalıyordu.
Meriç Hoca, bu darb–ı meseli zikretmekle, bize şunu demek istiyordu: "Bu kitabı okuduğunuzda, safâ vereni alın, keder veren şeyleri ise bırakın."
Biz de öyle yaptık. Okuduk ve içinde ekseriyetle safâ veren şeyleri bulduk.
Bu kitapta rastladığımız en safâlı yerin ise, "Ezelî sır: Kader" başlıklı bölüm olduğunu itiraf etmeliyiz.
Doğrudan doğruya Bediüzzaman Said Nursî'nin telifatı olan "Kader Risâlesi"ni tam bir hakperestlik ve kadirşinaslıkla nazara veren Cemil Meriç, konuya şu teknik terimlerin izahıyla giriş yapıyor:
"Kàmus der ki: 'Kader, (lûgatte) ölçme, tahmin, ölçerek takdir ederek tâyin; (kelâmda) Allah'ın iradesini icrâdan, yani kazâdan evvel takdir etmesi, ölçmesi mânasındadır.'
"Kader, ezelden ebede kadar cârî ahval ve hâdisata hâkim olan, küllî İlâhî hükümlerdir.
"Kader, ölçüp biçip hüküm vermek; kazâ ise, bu hükmü infâz etmek, yani ezelden verilen hükmü ademden(yoktan) fiil haline getirmektir.
"İslâmda her şeyin takdir–i İlâhî ile, yani kadere tevfikan vücuda geldiğine inanmak şarttır.
"Cebriye mezhebi, bütün fiil ve hadiselerin ezeldeki takdir üzre vukua geldiğine inanır. Ona göre, irade–i cüz'iyye bir vehimden ibaret. (Batı dillerinde, fatalizm.)
"Bu karanlık mefhuma yeni bir aydınlık getirmek kimin haddi?
"Said Nursî, İslâm irfanının, cihanşümûl hakikatlerini küçük bir risâlede toplamış. Dinleyelim..." (Kader Risâlesi, 26. Söz.)
Kırk Ambar kitabının 417–419 sayfalarında yer alan bu bölümde, sözü edilen Kader Risâlesinden birkaç paragraflık iktibas ve tam 7 maddelik yine iktibas ağırlıklı bir analiz yapılıyor.
Maddelerin bitiminde de, aynı risâleden cüz'–i ihtiyarinin sarfına dair şu hakikatli veciz söz aktarılıyor: "Duâ ve tevekkül meyelân–ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân–ı şerri keser, tecavüzâtını kırar."
Cemil Meriç'in "Ezelî sır: Kader" başlıklı tahlilinin sonunda ise, takdir yüklü şu değerlendirmeyi okumaktayız:
“Yazı (Kader Risâlesi) şu ezelî hükümle tuğralanıyor: ‘Kader’e îman, îmanın erkânındandır. Kısaca, hayat–ı insaniye bütün teferruatıyle kaderin mikyası ile çizilmiştir ve kalemiyle yazılıyor.’
“Üstâd (Bediüzzaman), şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde büyük bir güvenle dolaşıyor. Üslûb kesif ve izahlar inandırıcı. Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke...
"İrfanımızın madde–i asliyesi olan bu fikirleri ne kadar anlayabiliyoruz? Heyhât! Ne meselenin kendisine âşinâyız, ne mefhumlara.”
İşte, Cemil Meriç'in müstesnâ bir nazarla bakmış olduğu Said Nursî ve onun aydınlatıcı izâhları hakkında söylediklerinden sadece üç–beş paragraflık bir bölüm.
Hem bunları, hem de devamında gelecek Meriç Hocanın yine çarpıcı mahiyetteki değerlendirmelerini, Said Nursî'yi Marks'la ve Risâle–i Nur ekolünü sosyalizmle irtibatlandırarak, bu zıt mefhumları birbirine karıştırma hatasına düşenlere bilhassa ithaf ediyoruz.
(Devamı var)
Tarihin yorumu = 26 Haziran 1951
Mithat Paşanın 67 yıllık kemikleri
Sürgüne gönderildiği Taif'te (S. Arabistan) muhafızları tarafından boğulmak sûretiyle öldürülen Mithat Paşanın kemikleri Türkiye'ye getirildi.
8 Mayıs 1884'ten beri Taif'te bulunan paşanın mezarı, ölümünden tam 67 yıl sonra nakledilerek İstanbul Şişli'deki Hürriyet–i Ebediye Tepesine getirilip defnedildi. (26 Haziran 1951)
* * *
1822 doğumlu olan Mithat Paşa, çok yönlü bir şahsiyet olarak bilinir. Reformcu, hürriyetçi, anayasa ve parlamenter sistem yanlısı, hatta cumhuriyet taraftarı olarak bilinen Mithat Paşa, bürokrasinin en alt kademelerinden başlamak üzere, uzun yıllar valilik, ayrıca kısa süreli olmak üzere bakanlık ve iki kez de başbakanlık (sadrâzam) yapmış parlak bir şahsiyettir. Ziraat Bankası ile Emniyet Sandığının kuruluşunda da büyük emek sarf ettiği biliniyor.
Bununla beraber, adı birtakım siyasî entirikalara da karıştığı için, başı belâdan bir türlü kurtulamadı.
Sultan Abdülaziz'in hal ve katledilmesinde, ardından Sultan V. Murad'ın tahta çıkarılıp indirilmesinde önemli rol oynadığına dair söylentiler, yakasını hiç bırakmadı.
Sonunda, yine bu tür entrikalara bulaştığı ve özellikle 1881'de kurulan Yıldız Mahkemesinde Sultan Abdülaziz'in ölümünden sorumlu tutulanlar arasında sayıldığı için, idam cezasına çarptırıldı. Sultan II. Abdülhamid, bunu sürgün (kalebentlik) cezasına çevirdi ve onu Taif'e sürdü.
Sürgünde iken, Berber İsmail isimli bir muhafız asker tarafından boğularak öldürüldü.
26.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|