Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Tefekkür, gafleti izâle eder

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilâtla tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.

Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır. Evham ise havalandırır, enâniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalb eder. İşte dalâlete isâl eden kesret yolu budur.

İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsan ne kadar cahil ve gafildir! Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor! Dokuz vecihle menfaati muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalâleti irtikâp eder. Evet, Sofestaînin bir şüphesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terk ediyor.

Halbuki insan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işte onda bir zarar ihtimali varsa içtinab eder. Âhiret işi olursa, onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinab etmez. İşte cehalet bu kadar olur!

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Ruh-u insanî gayr-ı mütenahî ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahi elemlere mahaldir. Gayr-ı mahsur lezzetlere iştahlıdır. Gayr-ı mahdut âmâli beslemektedir. Hattâ, kalbin dalâletiyle beraber ruhtan fışkıran şefkat, gayr-ı mütenahi elemleri tazammun ediyor. Binaenaleyh, “Ben neyim? Ne kıymetim var ki benim için kıyamet kopsun, mizan vaz edilsin, hesap görülsün?” demeye hakkın yoktur.

Ey kemâl-i gururla dalâlet kürsüsünde oturan! Hayatına mağrur olma. Zira o hayat, bir mugalâtayla kaimdir. Şöyle ki:

O kürsüde oturan dâll, zeval ve fenânın dehşetini düşünüp korktuğu zaman, saadet-i ebediye ihtimaline kaçar, tekâlif-i diniyenin terkinde de âhiretin olmayacağı ihtimaline kaçar. Bu mağlâtayla her iki elemden kurtuluyor. Lâkin, kısa bir zamanda düğüm açılır, hakikat ortaya çıkar. Ne birinci ihtimal elemini izale eder ve ne de ikinci ihtimal yükünü tahfif eder.

Mesnevî-i Nûriye, s. 124

izale: Ortadan kaldırma, yok etme.

teemmül: Etraflıca düşünmek.

evham: Vehimler, kuruntular.

zulümat: 1- Karanlıklar. 2- mec. Dinsizlik, zulüm ve küfür.

bâtın: İçyüz, görünmeyen taraf.

ahvâl: Haller.

âfakî: Havaî, gereksiz, lüzumsuz ve değersiz, dereden tepeden.

ahvâlât: Ahvaller, haller.

icmâlî: Kısaca, topluca, tafsilsiz.

fezleke: Hülasa, netîce, özet.

vahdet: Birlik.

takarrüb: Yaklaşmak.

kesret: Çokluk.

enâniyet: Benlik, kibir.

kalb: Dönüşme, değişme.

dalâlet: Hak yoldan sapma.

isâl: Ulaştırma, vardırma.

hayr-ı azîm: Büyük hayır.

irtikâb: Kötü iş yapma.

Sofestaî: Allah’ı kabul etmemek için kâinatı ve kendi varlığını da inkâr eden.

vehham: Vehimli, kuruntulu.

içtinab: Kaçınma.

gayr-ı mütenahî: Nihayeti olmayan, sonsuz.

gayr-ı mahsur: Sayısız, sınırsız.

27.06.2008


Çileli yılların tatlı meyveleri

Bediüzzaman Barla’da tam bir açık hapishane hayatı yaşamıştır, denilebilir. Etrafındaki kıskaç gün geçtikçe daraltılmıştır. Tek kelimeyle her şey aleyhine cereyan etmiştir. Said Nursî, Barla’ya Eğridir Gölü’nden kayıkla getirilmiştir. Çünkü henüz yol yoktur. Ama onu takip ve kontrol edecek karakol vardır. Adresi: “Isparta polis dairesinde merkez komiserliği vasıtasıyla Van menfilerinden Bediüzzaman Molla Said-i Meşhur Efendi.”

Bediüzzaman’ın Barla hayatı güllük gülistanlık değildir. Gerçi onun hayatında “rahat” denilen bir kelime yoktur. Onun tek derdi bu milletin imanını kurtarmaktır. Bunun için dünyasını da, ahiretini de fedâ etmiştir. Bu durumunu 1952 yılında Merhûm Eşref Edib’e verdiği bir mülâkatta şu sözleriyle ifade ediyordu: “Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki nâmına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harplerde bir câni gibi muâmele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyâde ölümü tercih ettim. Eğer dînim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”1

O, “Güzel gören, güzel düşünür” prensibiyle hareket etmiştir. Yıllar önce söylediği “ümitvâr olunuz” sözüne bağlı kalmış, istikbal hakkındaki ümidini ömrü boyunca hiç kaybetmemiştir. Menfî hareketlerden uzak durmuş, müsbet hareketi esas almıştır. Her türlü olumsuzluğa rağmen o yılmamış ve Risâle-i Nurların büyük çoğunluğunu Barla’da yazmıştır.

İlk yazılan risâle, haşirle ilgili Onuncu Söz’dür. Eğridir Gölü kıyısında “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine; yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O, her şeye hakkıyla kâdirdir”2 meâlindeki âyet-i kerimeyi 1926 yılı ilkbaharında Mart, Nisan aylarında “rahmet-i İlâhiyenin eserlerini dağ ve bahçelerde müşahedesinden ve ihtiyarsız olarak, kırk defaya yakın okumasından sonra” kalbine doğan ilhamla kaleme almıştır. Bu eser, haşri, yani ahiretin varlığını ve öldükten sonra dirilmeyi aklî ve mantıkî delillerle ispat eder. İbn-i Sinâ gibi bir dâhî, “öldükten sonra diriliş (haşir) aklın ölçüleriyle kavranamaz” demiş; “İmân ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez” diye hükmetmiştir. Hem, bütün İslâm âlimlerinin, “Haşir, bir mesele-i nakliyedir, delili nakildir; akıl ile ona gidilmez” diye müttefikan hükmettikleri haşri en basit bir fehme de kabul ettiren, haşrin binler örneklerini gösteren bir eserdir.3

Bu eseri Barlalı tüccar Bekir Dikmen isimli zat hemen İstanbul’a götürerek Bediüzzaman’ın eski talebelerinden Hamza Efendi ile birlikte eski harflerle bastırır. Mevcudu kısa sürede tükenir. Said Nursî, Haşir Risâlesinin önemini şu sözlerle ifade eder: “Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyı def etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda Onuncu Söz çıktı ve tab edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı, onu gören herkes kemâl-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirâne fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu.”4

1928 yılında harf değişikliği yapılarak basın yayın hayatına yasaklar getirildi. Baskılar, aramalar, akla ve hayale gelmeyen işkencelere rağmen risâleler eski yazıyla yazılmaya ve okunmaya devam etti. Barla merkezli nur hizmetine İslamköy, Sav, Atabey, Eğridir, Kuleönü, Bedre, İlama gibi köyler de katıldı. Buralarda sabahlara kadar kilerlerin içinde gaz lambası ışığında risâleler yazıldı. Yazılan risâleler kalemle çoğaltılmaya başlanmış, “ilim tekniğe meydan okumuş” ve devam eden yıllarda 600.000 nüsha risâle elle çoğaltılmıştır. Nur hizmetine katılanlara “nur postaları”, “nur iskele memuru”, “santral”, “nur ve gül fabrikaları” unvanları verilmiştir.

Barla Lâhikasının başında Bediüzzaman Said Nursî’nin talebeleri tarafından yazılan bir “takdim” yazısı yer alır. Daha sonra “Onlara söyle ki, ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır”5 âyetiyle başlayan “Yirmi Sekizinci Mektub’dan Yedinci Risâle Olan Yedinci Mesele” başlıklı parça konulmuştur. Burada tahdis-i nimet suretinde bazı inayetlerden söz edilir. Arkasından “Neden senin Kur’ân’dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur? Bazan bir satırda bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor” şeklinde sorulan soru cevaplandırılır. Mukaddeme başlığı altında Hulusi Bey ve Sabri Efendinin mektuplarında Risâle-i Nur hakkındaki fıkralarının, bir mektup sûretinde Risâle-i Nur eczaları içine alınmasının beş sebebi açıklanır. Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri başlığı altında çoğunlukla Hulusi Beyin mektupları sıralanır. “Yirmi Yedinci Mektubu ve Zeyli ve İkinci Kısmı” başlığı altında “Hulûsi-i Sânî ve büyük bir âlim olan Sabri Efendi”nin fıkraları yer alır. İkinci Zeyle şu cümle ile başlanır: “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağanın Sözler hakkındaki ihtisâsâtıdır.” Devam eden sayfalarda Sabri, Hüsrev, Küçük Hafız Zühdü, Zekai, Dr. Yusuf Kemal, Hulusi Bey, Süleyman, Refet, Asım ve Ali gibi nur talebelerinin fıkralarına yer verilir.

Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeyline, “Nur Risâlelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektup”la başlanır. Bu başlık altında Zekai, Ahmet Zekai, Hüsrev, Zeki, Hafız Sabri, Refet, Asım isimli nur talebelerinin mektupları yer alır.

Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylinin nihayeti “ikinci Sabri ve ikinci Hüsrev ve Birinci Ali’nin fıkrası” ile başlar. Burada nur talebelerinin yanı sıra Bediüzzaman’ın mektupları da ağırlıktadır. Barla Lâhikasının sonuna “şefkat tokatları”nın sıralandığı Onuncu Lem’a ilâve edilir.

Barla’da geçen çileli yılların tatlı meyvelerinin hikâyelerini Barla Lâhikası’nda okumak mümkündür. Lâhikada yer alan her mektupta ayrı bir güzellik, ayrı bir lezzet vardır. Satır aralarında elemin zevalinden doğan lezzeti aramaya çalışalım mı?

Sırlar âlemi…

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, s.543

2- Rum Sûresi: 50

3- Sözler, s. 89

4- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 106

5- Yunus Sûresi: 58

Ahmet ÖZDEMİR

27.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır