Zulüm adalet külâhını takıp hakkı dağıtmaya görsün... İnsanlığın zorbalara tutsak düştüğü gün demektir, o zamanlar... Adalet ile zulmün çekişmesini Habil ile Kabil’e bağlayacağınızı biliyorum... Veya hürriyet ile istibdadın vahşet ve bedeviyet döneminden bu yana insanlığı terkip ettiğini de biliyorsunuz. İstibdat ve zulmün, daha çok kılık değiştirerek insanlığın içinde hüküm ferma olduğunu bilenler, ağızlarındaki yalancı dile ve büründükleri masum kıyafetlere aldanmaksızın sillelerini indirirler. Asıl mesele zulüm ile istibdadın mahiyetlerini bilmek... Ayrıca tarihte ve günümüzde kullandığı ifsad aletlerini, iğfal sloganlarını ve sihirli vitrinlerini iyi tanımak...
Zulüm ile istibdat ikiz kardeşler gibidir. Dikkat ederseniz mütemadiyen birisi diğerine dayanır. Bu yazımızda zulüm ve istibdat ehlinin kullandıkları “boş ve yalancı” bir slogandan bahsetmek istiyorum. Veya arkasına gizlendikleri sahi bir sütreden: “Emir kuluyuz!.. Ağamız, paşamız, amirimiz, şefimiz ve reisimiz neyi emrederlerse onu yapmak zorundayız.”
Bunu söyleyen, söyleyerek zulüm ve haksızlığı icra edenler insan iseler, sormak gerekiyor: İnsanlığın reddettiği bir sıfatı kendinize nasıl yakıştırıyorsunuz? Yani insan iseniz, zulüm ve istibdada dayanmış birisinin emirlerini nasıl icra edersiniz? İnsanlıklarıyla problemli olanlar elbette müstesna... Allah’a ve ahirete imanda zaafa düşmüş kişilerin günaha yaklaşma psikolojisine benzer bir ruh hali... Namık Kemal’in mısralarını şiddetli görenler, hakikî insaniyetperverlerin haykırışlarını bilmiyorlardır. Namık Kemal:
Muin-i zalimin dünyada erbab-ı denaettir.
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten
Antere daha yüksekten uçar: “Maülhayati bizilleti kecehennem / El- cehennemü biliriz: Fahri menzili” Yani; zillet içinde ab-ı hayat Cehennem gibidir, izzetle Cehennem ise, benim için iftihar edilecek bir menzildir.
Kur’ânımızın, Efendimizin (a.s.m.) ve bu yolu izleyen bütün mücedditlerin teşvik ettikleri hürriyet ve zalime karşı “dik durma” prensibinin, maalesef Türkiye’de çeşitli desiselerle devredışı bırakıldığı “ruh hali” bizi ürkütüyor. Bazen korkutarak, bazen mevki-mekân ve servet ile aldatarak ve bazen de ahmaklık ile kıskançlık duygularını kullanarak, Türkiye’deki Kemalistlerin hem istibdatlarını devam ettirdiklerini, hem de dünyamızın hayatını tehlikeye düşürtecek zulüm ve haksızlıklarda bulunduklarını söyleyen yalnızca biz değiliz. Efendimiz (a.s.m.) “Zulüm devam etmez” diyorlar. Yani zulme uğrayanlar gerekeni yaparlarsa, onlardan bazıları “adi ve hasis” menfaatleri için zalimlerle işbirliğine gitmezlerse zulüm devam etmez. Fakat Türkiye’mizde Namık Kemal ile Antere’nin şiirlerine masaddak o kadar müdahaneci var ki... Nifakın dehşetli bir hareketi olan 12 Eylül’de, zalimlerin imkânlarıyla dünya nimetleriyle tanışanların aştıkları zararlı yoldan yürüyenlerin faturasını maalesef günümüzde milyonlarca masum zulüm ve haksızlıklarla çekiyorlar.
İnsanlığın temel değerlerini alabora eden bu gidişata dur demenin bir yolu da “Emir Kulları”nın mahiyetini tanımanızdan geçiyor kanaatindeyim.
Genç nesil, yakın zamana kadar millete uygulanan mânâsız yasakları bilmez. Köylünün tütününe varıncaya kadar... Dağbaşında tüttürdüğü cigarasından hareketle jandarma onbaşısının köylünün tütün tabağına el koyduğunu ve daha sonra cezai müeyyideleri bir bir saydığını elli yaşın üzerindekiler daha iyi hatırlarlar. Boynu bükük jandarmanın peşi sıra yalvaran insan manzaraları elbette ki tarihe karışmadı. Dağdaki hadise değişik boyutlarla şehre indi ve emir kulları hep gerekeni yapmaya çalıştılar. Tesettürlü bir hanım, kamusal alana ait bir binanın önünden geçmeye görsün... Bu defa polis veya özel güvenlik olarak milletin karşısına çıkıyorlar: Giremezsiniz veya geçemezsiniz... Bazen orta yaşlı kadıncağız yalvarır. Hayret ve utangaçlık iç içe: “Yavrum, bir kereliğine müsaade etsen... Oğlum, torunum” demeden “meşhur duvardan” ses yankılanır: “Emir kuluyuz, teyzeciğim. Giremezsin dedim ya!..”
Evet emir kulları... Kulların kimler olduğunu görüyorsunuz da, emrin nereden verildiği pek belli değil. Türkiye’de hakimin kim olduğu ortaya çıkarılmadan “Emir Kulları”nı durdurmak mümkün olmayacak. Millette olması gereken hâkimiyetin seküler mabetlere sığınmış ruhanîlerde olduğu halka telkin edile dursun. Fakat millet hakikati nasıl anlayacak? Milleti temsil edenler de “Emir kuluyuz!” deyince, haklı olarak millet soruyor: “Bizim emrimizden çıkmayacağınıza yemin etmediniz mi? Millî yapımıza tamamen ters emir ve buyurdukları nereden aldığını bana söyleyeceksin... Daha doğrusu ya beni temsilen ortaya çıkacaksın, hizmetimde çalışacaksın... Gücün yetmiyorsa vekâletimi gerisin geriye bana tevdi edeceksin. Bunun üçüncü şıkkı olamaz. Zulüm ve istibdadın taun gibi ülkeyi sardığı bir zamanda, bu böyle devam edip gidemez...
Dağdaki jandarmadan, okul müstahdeminden seçilmişlerin en zirvesine kadar herkesin “emir kuluyuz” dedikleri bir Türkiye’de vekillerimize, yeni liberallerimize, sivil-toplumcularımıza önemli bir vazife düşüyor.
Emir kullarına bu zilleti yaşatanların tesbit edilmesi... Kullar zilletlerinden memnun olabilirler, fakat millet efendi olduğundan izzetiyle yaşamak istiyor.
04.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|