Kötü huylarımızdan biri de; ‘zor’ bilinen işleri yapıp, ‘kolay’ bilinen işlerde elimizin ayağımızın birbirine dolanmasıdır. Yani, binayı yaparız; ama iş ‘çatı’sını çatmaya gelince işin peşini bırakırız. Seçim dönemlerinde de meydanları doldurur, siyasetçilerden çeşitli talepte bulunuruz; fakat sandıklar açılıp neticeler ortaya çıkınca ‘vekiller’imizi bir daha arayıp sormayız...
Belki de bu durumu en çok ‘vekil’lerimiz istismar eder. Onlar da bu hastalığımızı bildiğinden, bir kaç ay süren ‘seçim çalışmaları’ esnasında çok çalışır, çok söz verir ve sonra da vatandaşı unutur. Ayda ya da yılda bir ‘bir kısım seçmen’lerinin karşısına çıkar ve bu şekilde dönem sonunu getirirler.
Geçen hafta gerçekleştirdiğimiz 2 günlük bir Karadeniz seyahatinde bu duruma bir defa daha şahit olduk. Karadeniz’de de ‘deniz’i geçip ‘dere’de boğulduğumuzu gösteren örneklerle karşılaştık. Bazılarına ‘ayrıntı’ gibi gelebilir, ama bu durumda Türkiye’nin imkânları heba edilmiş oluyor.
Meselâ, milyarlarca lira harcanarak yapılan bazı yollar, çok kısa mesafelerdeki bakımsızlık yüzünden sıkıntılara sebep oluyor. Şöyle düşünün, 30 km yolun 25 kilometresi ‘asfalt’ ama devamındaki 5 kilometresi ‘berbad-u perişan!’ Böyle bir durumda, bu yolu kullanan ve ‘milletin efendisi’ olduğu söylenen ‘köylü’ler ne der? Ya da daha az harcama yapmak ve sıla-i rahim için tatilini köyünde geçirmek isteyen ‘büyük şehir göçmenleri’ ne yapar? Asfalt yoldan gidip, bir anda ‘kağnı’ların gidebileceği yollara sürüklenmek insanlarda nasıl bir duygu meydana getirir?
Tamam, ‘iddia’mız havada kalmasın, isimlendirelim: Rize’nin Çayeli ilçesinden Kaptanpaşa ‘nahiyesi’ne ve devamındaki köy yollarına bakılsın. ‘Ana yol’un büyük bölümü asfalt ya da betonla kaplanmış. Ama bazı yerlerdeki bozulmalar, yolun güzelliğini mahvediyor. Hele hele, ‘taş ocakları’ mevkii, bilhassa ‘taksi’ler için riskli. Mahalle yollarına sıra gelince, bir anda sanki 20 yıl geriye gitmiş oluyorsunuz. Bakımsız ve dar yollar, küçük arabaların ilerlemesini zorlaştırıyor. Ana yoldan ayrılıp, Ormancık Köyü yoluna döndüğünüzde, ‘yolun hangi kısmından gidebilirim’ diye hesap yapmanız gerekiyor. Sağdan gitseniz yamaca çarpma tehlikesi, soldan gitseniz dereye düşme tehlikesi var. Üstelik 2 ya da 3 kilometrelik bu yol, neredeyse 10 yıldır böyle. ‘Yetkili’ler her fırsatta “Bu yıl burası yapılacak” diye söz verirler, ama değişen hiçbir şey olmaz. Komşuların anlattığına göre, geçen yıl sonbaharda bu yolu genişletmek için çalışmalar başlatılmış, dinamit atılacak yerler bile tesbit edilip kompresörle delinmiş, ama sonra çalışmalara ‘ara’ verilmiş. Şimdi bu durum, ‘deniz’i geçin ‘dere’de boğulmaktan farksız mı?
Çayeli’nin bütün derdi bitti de sıra 3-5 kilometrelik bu yollara mı geldi? Tabiî ki hayır. Bunlar sadece bir ‘örnek’ ama bütünü gösteriyor. Aynı dert muhtemelen Kars’da da, İstanbul’da da Ardahan’da da var...
O halde, yaptığımız ‘iş’i tam yapalım, denizi de, dereyi de geçip huzur ve sükûna ulaşalım...
04.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|