SELÇUKLU Devletinin inkırazından sonra ortaya çıkan Anadolu beyliklerini, zamanla genişleyerek şemsiyesi altına alan Osmanlı Devleti; üç kıt'aya yayılan ve yirmi iki milyon kilometre karelik coğrafyasıyla İslâm Birliğini de sağlamıştı.
Altı yüz seneden fazla süren Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altında kırktan fazla ırka mensup insanlar genelde huzur içindeydi. Osmanlılık ortak paydası onlara yetiyordu. Çok dinli, çok dilli ve çok ırklı olmak bir zenginlikti. Hukuk önünde herkes eşitti. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” prensibi, padişahlar için de geçerliydi. Haksız el kestirdiğinden dolayı, Sultan Fatih’in bir Rum mimarı karşısında mahkûm olması örnek olaylardandı. Anadolu topraklarından Balkanlara, Orta Doğudan Kuzey Afrika’ya kadar adalet hükmediyordu. Balkanlar da, Orta Doğu da huzur içindeydi. Ne zaman ki Osmanlı Devleti dağıldı, o geniş coğrafya huzura hasret kaldı. Balkanlar kaynıyor ve hususan Orta Doğu yanıyor. Amerika’yı arkasına alan İsrail devleti de, İslâm ülkelerini uğraştırıp duruyor.
Soğuk savaş döneminden sonra tek kutuplu hâle gelen dünyanın dengesi bozuldu. Adaletin yerini zulüm aldı. Yalan propagandalarla zihinler karıştırıldı. Başkasını yutmakla beslenen ırkçılık öne çıktı. “Böl, parçala ve yut” felsefesiyle büyük devletler küçük devletlerin imkânlarını sömürmeye devam ediyor. İslâm âleminin dağınıklığı da buna çanak tutuyor. Onların işlerini kolaylaştırıyor.
Ancak, bu durum böyle devam edip gidemez. Bediüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle “Her gecenin bir neharı, her kışın bir baharı vardır.” Kışın şiddeti baharın daha güzel olacağına bir işâret olduğu gibi, çok kararan gecelerin sabahı çok yakın olur. Mânevî dengesi bozulan dünyanın dengesi yeniden yerine gelecek ve hak, adalet ve hürriyet içinde dünya sulh ve sükûna erecektir. İnsaniyet-i kübra olan medeniyet-i İslâmiye, hazır medeniyetin, pisliklerinden kurtulup, güzelliklerine İslâm ahlâkının ilâvesiyle zuhura gelecektir.
Bu muhteşem tablo, İttihad-ı İslâm’ın gerçekleşmesiyle meydana gelecektir. Amerika Birleşik Devletleri gibi, devletler bazında oluşacak olan bu birlikte, İslâm devletlerinin sınırları, bayrakları, hükûmetleri ayrı olmakla beraber, iç işlerinde serbest, dış içlerinde ortak hareket eden bir blok söz konusudur. Tek kutuplu dünyanın buna şiddetle ihtiyacı vardır. Avrupa Birliğine üye olmamız buna engel değildir. Kaldı ki, AB’nin de bu birlikten güç almaya muhtaç olduğu açık bir gerçektir. İslâm Birliği çok uzak olmayan bir istikbalde muhakkak gerçekleşecektir. Bediüzzaman’ın bu hususta tesbitleri vardır.
Devletler bazında tahakkuk edecek olan bu hakikati böyle anlamak ve doğru yorumlamak lâzımdır. Cemaatler bazına indirgediğimiz zaman, bu hakikat, herkesin kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmesi ve başka cemaatleri kötülemeden onların hizmetlerine duâcı olması şeklinde tezahür eder. Zâten, Üstadın ifâdesiyle “Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar.”
“İttihad-ı İslâm’ı gerçekleştirmek de bizim vazifemiz” diyerek, kendi mesleğinden ve hizmet tarzından taviz verenler, hattâ dersle-rimizi ortak yapalım noktasına gidenler, zamanla mesleksiz ve kimliksiz kalırlar. Hem kimseye de kendilerini beğendiremezler. Uzun zamanlar boyunca yapılan olumsuz konuşmalar ve anlayış farkları kan uyuşmazlığını sonuç verir. Sun’î birliktelikler hüsranla neticelenir. Anonim meşreplik, mesleksizliktir. Mesleksizlik ise, sevilmez.
Hülâsa, hak ve daha güzel kabul ettiğimiz hizmet tarzımızdaki dik duruşumuzu muhafaza etmek ve Cenâb-ı Hakk’ın rızasının kesret-i etbâ ve fazla muvaffakiyette değil, tam ihlâsta olduğunu bilerek hizmete devam etmek pusulamız olmalıdır.
02.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|