Bunca yıldır tekrarlanan ‘senaryo’ ve ‘film’leri izleyenler, ‘isim ve resim’lerin değiştiği; ama temelde hiçbir şeyin değişmediğini farketmiş olmalı. ‘Yakın tarih’te okuduğumuz bazı hadiselerin, yenilenmiş şeklinin daha sonraki yıllarda tekrarlandığını gördük. Demokrasi ve hürriyetlerin gelişmesini istemeyenler her fırsatta bir ‘düşman’ icad edip, güya o düşmanla mücadele adı altında insanlara haksızlık etmeyi sürdürmüşler.
Bir ara durulur gibi olan ve sonra yeniden alevlenen ‘Ergenekon’ tartışmaları da ‘tarihten ibret alınması gerektiğini’ bir defa daha hatırlattı. Gazete ve televizyonlarda birbirinden farklı, zaman zaman da birbirini nakzeden ‘bilgi’ler yer alıyor. Bunları duyan ve okuyanlar da haliyle ‘ne oluyoruz?’ diye soruyor.
Ancak geçmişte yaşanan hadiseler gibi, günümüzde de tekrarlanan hadiseler bir noktada birleşiyor: ‘İyi’ ve ‘kötü’nün mücadelesi dün vardı, bugün de var, yarın da devam edecek.
Gazetelerde yer alan bazı iddiâları okuyunca, belki bazıları şaşırmış olabilir; ama gerçekte bu iddiâlara hiç şaşırmamak lâzım. Çünkü bugün iddiâ edilen hadiseler geçmiş yıllarda yaşanmış. Ne acıdır ki, yine aynı oyunlar sahneye konulmaya çalışılıyor ve az da olsa ‘müşteri’ de buluyor.
İddialara bakılırsa, Ergenekon operasyonu çerçevesinde göz altına alınan bir ismin, geçmişte ‘tetikçi’lik yaptığı ve İstanbul ‘Gazi olayları’nda ekibiyle kahvehaneleri taradığı ifade ediliyor. Tabiî bu iddiânın doğru olup olmadığına dâir elimizde bir ‘delil’ yok. Ancak bu iddiâ dillendirildiğinde, “Olmaz öyle şey” diyen kaç kişi çıkar?
Gerek ‘Gazi olayları’ ve gerekse benzer şekilde cereyan eden onlarca, belki de yüzlerce hadisede hep benzer iddiâlar gündeme gelmiş ve bununla ilgili itiraflar da yapılmıştır. Dolayısı ile böyle hadiselerin ‘mümkün’ olacağı yönünde genel bir kabul var.
Meselâ, 12 Eylül ihtilâli öncesinde bu tip provokasyonların yapıldığı sonraki yıllarda ortaya çıktı. Hatta dönemin emekli generallerinden Bedrettin Demirel, “İhtilâl olgunlaşsın diye bir yıl bekledik” anlamında itirafta bulunmuş ve bu beyan da Milliyet gazetesinde yer almıştı. Hatta Milliyet yazarı Hasan Cemal’in o döneme ait ‘hatıralar’ını anlattığı “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı kitabı da dikkat çekicidir.
İşte o gün ve bugün yaşananlar birbirinin tekrarı gibi. Dolayısı ile milletimize düşen, hadiselerin arkaplanını anlamaya çalışmak olmalı. Yoksa sadece günü birlik hadiseleri değerlendirerek, Türkiye’de yaşanan hadiselere doğru teşhis koymak kolay değil. Çünkü ihtilâllerle milletin geleceğini karanlığa gömmek isteyenler, her türlü ‘bilgi karartması’ yapmaya adaydırlar.
Başarılmış ya da başarısız kalmış bütün darbeler incelenirse, kurulan ‘tuzak’lara daha iyi teşhis koymak mümkün olur. Milletimiz intibaha gelir, hadi-seleri derinlemesine sorgulamaya devam ederse ihtilâlcilerin başarılı olması mümkün değildir.
En büyük tehlike, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışıdır, ki bu anlayışı ‘cehennemin dibi’ne yollamaktan başka çâre de yok. Hem uyanık olalım, hem de ‘duâ’ya sarılalım...
05.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|