Lebbeyk…
Dâveti de, icâbeti de ifade ediyor bu kudsî kelime.
Hazret-i İbrahim, Allah’tan emir alınca ‘Lebbeyk!..’ diye haykırarak bütün beşeriyeti oraya dâvet etmiş.
O gün o İlâhî dâvet vuku bulduğunda, etrafta sesi duyup icabet edecek kimse yokmuş. İnsanlar olsa ve gelse bile orada hayatî ihtiyaçlarını temin edebilecekleri bir şeyler bulmaları mümkün değilmiş.
Kur’ân-ı Kerim’in tavsifiyle ‘Ekin bitmeyen vadi’ iken Zemzem’le hayat bulan Mekke, bu dâvetle de İlâhî ikrama mazhar olmuş ve mükerreme sıfatını kazanarak ‘Beldetü’l-Emin’ addedilmiş.
Zamanı ihata eden dâvet hitabı çok geçmeden muhatabını bulmuş ve önce Cürhüm Kabilesi gelmiş. Onlar Hazret-i Hacer’den izin alıp oraya yerleşince onları Amalika kabileleri takip etmiş.
Bir süre sonra çevreden Mekke’ye ziyaret ve ticaret seferleri başlamış. Her gelen, geldiği yerin en kıymetli eşyalarını ve leziz nimetlerini oraya getirince, hiçbir şey yetişmeyen Mekke, yeryüzündeki bütün nimetlerin bulunduğu muteber bir yer hâline gelmiş.
Bugün ‘Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk’ telbiyeleriyle, tekbirlerle, tehlillerle, tesbihlerle, dünyanın dört bir yanından kafileler hâlinde mü’minler akıyor Mekke-i Mükerreme’ye.
Ziyaretini tamamlayarak ayrılanların yerini daha büyük kalabalıklar alıyor. O İlâhî dâvete icabet, her geçen gün artarak devam ediyor. Bu hâlin kıyamete kadar da devam edeceği de muhakkak.
Zîra dâvetin içinde zikir, zikrin içinde de dâvet var.
***
“Dâvete müheyya bir kulun Allah demesi,
Allah’ın lebbeyk demesinin ta kendisidir”
O dâvete âşina ve müheyya olan Mevlânâ, Mesnevî’de bu şekilde ifade etmiş kulun Allah’ı zikretmesiyle Allah’tan kuluna gelecek gaybî dâvet arasındaki alâkayı.
Bu hasletin sadece havassa has kalmaması, her seviyeden insanın o hakikatleri daha iyi anlayarak istifade etmesi için de meseleyi küçük bir kıssa ile insanların idrakine yaklaştırmak istemiş.
“Adamın biri, dilini dudağını tatlandırmak için
Gece gündüz durmadan Allah’ı zikrediyordu
Bir gün şeytan ona, ‘A çok zikreden kişi’ dedi
Bunca Allah demene karşılık, buyur sesi nerede?
Baksana Allah’tan sana bir cevap bile gelmiyor
Sen daha ne kadar böyle Allah deyip duracaksın?
Şeytanın bu ilhadı karşısında adamın gönlü karardı
İçine düştüğü ye’sin tesiriyle başını yere koyup yattı
Biraz sonra rüyasında, yeşillikler içinde Hızır’ı gördü
‘Kendine gel’ diye seslendi onun hâlini anlayan Hızır
‘Neden zikrinden kaldın, Rabbinden neden usandın?
Çünkü ‘lebbeyk diye bir cevap gelmiyor’ dedi adam
O’nun kapısından sürüleceğimden korkmaktayım’
Senin Allah demen, Allah’ın lebbeyk demesidir
Senin yalvarıp yakarışların, O’nun haber elçisidir
Senin O’na kavuşmak için çeşitli çareler araman
O’nun, seni huzuruna dâvet etmesinin neticesidir
Senin hissettiğin korku Allah’ın lûtfunun kemendidir
Her ‘Yârabbi’ deyişinin ardında ‘buyur’ hitabı vardır”
Kıssanın sonundaki hakikat bahrinde meseleyi bilgiye bağlayan Mevlânâ, böyle bir duâyı ancak bilgili insanların yapabileceğini; bilginin Allah’ın bir ihsanı olduğunu, hakikat bilgisinden uzak olan kişilerin ağızları ve gönülleri mühürlendiğinden oralara dâvet edilmeyeceklerini söylemiş.
İnsan, Esmâ-i Hüsnânın mânâlarını bilerek zikrettiği takdirde o isimlerin ardındaki gaybî dâvet hitabı, ruh dünyasını harekete geçirir ve ruh kendini vuslata hazırlamaya başlar.
Lâkin ruhun etrafında hâlelenen ulvî hasseler ve nezih lâtifelerle birlikte, şeytanî telkinler ve nefsanî ihtiraslarla harekete geçen beşerî zaaflar da insan iradesini tesir altına almaya çalışır.
İnsan hedefe yaklaştıkça şeytânî telkinlere ve nefsânî tesirlere daha çok maruz kalacağından, kendini hissî bir tereddüt girdabının içinde bulur ve kurtulmak için çırpınır durur.
Eğer insan bu çırpınışlar sırasında aklına, iradesine güvenir; bilgisinden, imkânından, makamından güç almaya kalkarsa bocalar ve dâvetin sırrına vakıf olamaz.
Şayet ihlâs, samimiyet ve teslimiyet hasletiyle hareket ederse dâvet vaki olur ve yollar açılır.
***
İşte o hasbî hasletin, hayata akseden güzel hâllerinden biri.
Birbirine imanî kardeşlik bağlarıyla bağlı olan on beş kadar genç kız, yıllarca muayyen zamanlarda birlikte okudukları kitaplar sayesinde Mukaddes Beldeleri ziyaret etme hasretiyle yanmaya başlamışlar.
Oralara gaybî bir dâvet gelmeden gidilemeyeceğini bildikleri için duâlarını, zikirlerini, derslerini ve sohbetlerini dâvet vesilesi yapmaya çalışmışlar. Oraları hatırladıkları zaman ruhlarının ferahlamasından dâvetin vaki olduğunu hissedince de harekete geçmişler.
İmkânları kıt, zamanları mahdutmuş. İçtimâî durumları, medenî hâlleri ve zahirî vaziyetleri, sınırların ötesine uzanan öyle uzun yolculuklara çıkmaya pek müsait değilmiş.
Bu gerçekler, vuslat hasretiyle yanan ruhlarını teskin etmeye yetmeyince kendilerine düşen vazifenin sebeplere teşebbüs etmek olduğunu, neticeye karışmamaları gerektiğini düşünerek harekete geçmişler.
Önce meselenin maddî tarafının halledilmesi gerektiği için bir işte çalışanlar, masraflarını azaltarak aylıklarının bir kısmını ayırırken, çalışmayanlar el işleri, mantılar yapıp dost meclislerinde satarak birkaç yılda, kısa süreli bir umre ziyareti için lâzım olan zarurî masrafları karşılayacak kadar para biriktirmişler.
Mezkûr kıssadaki muhayyel şahsı ifsat etmeye çalışan şeytan, bu zaman içinde onlara da musallat olmuş ve her vesile ile ‘Sizin için lebbeyk deme zamanı gelmez’ diyerek onları kararlarından döndürmeye çalışmış.
Bu arada, aralarında bazılarının aile büyüklerinin de bulunduğu bir kısım insanlar, zahirî şartlara bakarak meselenin zorluğunu gördüklerinden onların sonradan üzülmelerine mani olmak maksadıyla, kararlarını bir süre tehir etmelerini istemişler.
Genç kızlar, onlarla tek tek muhatap oldukları zaman kendileri için duyulan endişelere hak verseler de bir araya geldiklerinde, kararlarında sebat etmeleri gerektiğini hatırlatarak birbirlerine güç vermişler.
Böylece gereken parayı tedarik edenler, Diyanet’in ekonomik umre turlarından birine katılarak resmî muamelâta başlarken buna muvaffak olamayan birkaç kişi hasretle yanmaya devam etmiş.
Müracaat esnasında da manilerin ardı arkası kesilmemiş. Kimi vize alamayacaklarını söylemiş, kimi gümrükten geçemeyeceklerini. Kimi de bu hususta daha önce yaşanan bazı menfî hadiseleri anlatmış.
İyi niyetle söylenen her söz, anlatılan her hadise, genç kızların içlerindeki endişe bulutlarını kabartsa, evham hislerini tahrik etse de onlar gerektiğinde sınır kapısından geri çevrilmeyi göze almak pahasına kararlarından vazgeçmemişler.
Neticede yaşı kemâle ermiş birkaç kişiye ebeveynlerinin noter huzurunda verdikleri vekâletlerle vize meselesini de halletmişler ve hedeflerine bir adım daha yaklaşmışlar.
Bu arada iştirak edecekleri grubun, mukaddes beldelerde kalacakları otellerin mescitlerden uzak olduğunu ve ancak servisle gidip gelebileceklerini öğrenmişler ama onları oralarda karşılaşacakları söylenen muhtemel meşakkatler de yıldıramamış.
Meseleden haberdar olan sahavet sahibi bir kişi, genç kızların nahivliklerini, nazikliklerini, narinliklerini nazara alarak onların; Mescid-i Haram’a ve Ravza-i Mutahhara’ya yakın otellerde kalarak ibadetlerini, ziyaretlerini rahatça yapabilmeleri için aradaki fiyat farkını karşılamayı teklif etmiş.
Genç kızlar, kimden geldiğini bilmedikleri bu teklifi kabul etmişler ama verilen parayı, rahat edecekleri daha lüks otellere değil, umre masraflarını tedarik edemeyen iki arkadaşlarına vermişler.
Onlarla birlikte zarûrî, fuzûlî bütün resmî muamelâtı bitirip hazırlıklarını tamamladıktan sonra kalabalık bir gruba katılarak Medine-i Münevvere’ye vasıl olmuşlar.
Yalnız insanlarına değil; havasına, suyuna, taşına, toprağına da Ensar hasletinin sirayet ettiği bu mukaddes beldede, her an Peygamber-i Zîşanın siyanetini üzerlerinde hissettiklerinden hiçbir müşkülatla karşılaşmamışlar.
Ravza-i Mutahhara’da idrak ve ihyâ ettikleri kırk vakte yakın zaman içinde sayısını ancak mahşerde amel defterlerini—inşallah—sağ taraflarından aldıkları zaman öğrenecekleri emsâlsiz saadet-i ebediye gülleri dererek veda etmişler.
Zülhuleyfe’de ihrama girip yer yer Peygamberimizin (asm) hicret hattından geçerek Mekke-i Mükerreme’ye geldiklerinde ilk işleri Mescid-i Haram’a gitmek olmuş. Kâbe-i Muazzama’yı gördükleri anda gözyaşları içinde şükür secdelerine kapanmışlar ve Cennet-i Firdevs’te rü’yet-i Cemâlullahla müşerref olmayı dilemişler.
Orada geçen ilk günün ardından mekâna intibak edip otelden servisle Kâbe’ye gidip gelmeye başladıklarında, yüksek meblâğlar ödeyerek yakın otellerde kalan bazı umrecilerin, Mescid-i Haram’ın etrafını açma çalışmaları yüzünden uzak yerlerdeki otellere gittiklerini öğrenince; bu hâlin, kendilerine o maksatla verilen parayı arkadaşları adına kullanmalarının mükâfatı olduğunu anlayarak hasletlerine şükretmişler.
Mekke-i Mükerremede de Allah’ın inayeti siyanet etmiş onları. Orada geçen zaman içinde hiçbir can sıkıcı, gönül incitici hadise vuku bulmamış ve nice cennetâsâ hâller yaşayarak sağ sâlim evlerine avdet etmişler.
Şimdi onların hafızaları ve hatırları münezzeh manzaralarla müzeyyen.
Amel defterleri de oralarda yazılan nuranî hatlarla münevver.
***
Belde-i Mukaddeseye gitmek ulvî bir mazhariyet.
Zira arzın merkezi orası. Arşı ferşe bağlayan amud-u nurânî orada.
Hazret-i Âdem, orada Hazret-i Havva’ya kavuşmuş ve Beytullah’ı yapmış. Hazret-i İbrahim orayı yurt tutmuş, Hazret-i Hacer, İsmail’i (as) orada büyütmüş, Hazret-i İsmail, orada yuva kurup peygamber olarak insanları irşad etmiş.
Seyyid-i nev-î beşer (asm) orada teşrif etmiş dünyaya. Kendisine vahyolunan Kelâm-ı Ezelî’yi oralarda terennüm etmiş, oralarda İslâm’ı anlatmış; âl ve ashâbıyla birlikte Bedir’i, Uhud’u, Hendek’i, Hayber’i oralarda kazanmış.
Oralar nice mucizâta zemin, mî'râca basamak olmuş.
Âlem, oralarda tenevvür eden nurla hayat bulup ihya olmuş.
Onun için her insanın, hassaten Müslüman’ın, ömründe bir sefer bile olsa oralara gidip Mukaddes Beldeleri ziyaret etmeye ve oralarda tecellî eden uhrevî ihtizâzı an be an yaşamaya ihtiyacı var.
Peygamber Efendimiz (asm), “Aziz ve Celil olan Allah yolunda cihada çıkan kişi ile hacca ve umreye giden kişi Allah’ın elçisidir. Allah onları çağırmış, onlar da dâvetine icabet etmişlerdir. Onlar Allah’tan ister, Allah da onlara verir” diyerek oraya dâvetin sırrını tebşir etmiş.
Zaman şühûr-u selâse, yani lebbeyk deme zamanı.
Gaybî dâvet umumî, imkânlar hazır, yollar açık.
İcâbet etmek için de hâlis bir niyetle istemek yetiyor.
06.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|