İhbarcı ile iftiracı
Emirdağ’da ayrı ayrı görüşerek hatıralarını tesbit ettiğimiz “son şahitler”den gerek Mahmut Çalışkan ve gerekse Ahmet Urfalı, iki ayrı şahıs ile alâkalı iki ayrı hadiseyi ittifakla anlatarak bizlere naklettiler.
Bu hadiselerden biri Üstad Bediüzzaman’a atılan çirkin bir iftira ile ilgili, diğer hadise ise, gizlice basılan Gençlik Rehberini ihbar ile alâkalıdır.
Bazen bu iki ayrı hadise ve failleri birbirine karıştırıldığı için, bunun hakikatini etraflıca izah etmekte fayda var.
İhbarcı ile “küçük bir vukuât”
Üstad Bediüzzaman’ın en yakın hizmetkârlarından olup manevi evlatlığa kabul edilen Ceylan Çalışkan, 1947’de Eskişehir’de gizlice Gençlik Rehberi isimli eseri tabettirir. Yine aynı gizlilik içinde Emirdağ’a getirtir. Tevzi, dağıtım buradan yapılacak. Muhtaçlara buradan ulaştırılacak, gelen ziyaretçilere hediye edilecek…
Ne var ki, kitapların nasıl basıldığını ve getirilip nerede saklandığını yerli bir casus takip ederek öğrenmiş. Parayla elde edilen bu rezil adam, Ceylan Çalışkan’a gelip diyor ki: “Sizin bütün yaptıklarınızı bir bir biliyorum. Burada ne yapıyor, ne işler çeviriyorsanız, hepsinden haberdarım. Ayrıca, gizlice bastırdığınız kitapları getirip nereye sakladığınızı da biliyorum. Size ne yapacağımı yakında görürsünüz. Sana da, hocanıza da gösteririm ben gününüzü…”
Bu tehditlerle de yetinmeyen aşağılık casus, bir de Üstad Bediüzzaman’a hakaretler yağdırmaya yeltenir. Aralarında ciddi bir münakaşa çıkar.
Bütün bu yaptıklarına tahammül edemeyen Ceylan, Üstad Bediüzzaman'ın risâlelerde “küçük bir vukuât” olarak zikrettiği hadiseye sebebiyet verir.
Bir sene sonraki Afyon Mahkemesinde, “asayişi ihlâl” etmekle itham edilen Bediüzzaman Hazretleri “Küçük bir çocuğun küçük bir vukuâtından başka bir vukuâtımız yoktur” diyerek, bu hadiseyi ima eder. Ancak, orada da bu meselenin açılması istenmez. Çünkü, kimsenin açıktan açığa casusluk ve ihbarcılığı savunacak hali olmadığı gibi, bir sene sonra tekrar kötülük yoluna sapan o adi adamın kendi tarafında olmasını da istemez.
İftiracı polis
Bu hadise, Emirdağ Lahikasındaki mektuplarda zikrediliyor. Her yönüyle Üstad Bediüzzaman’ı takip ve tarassut altında bulunduran anlaşmalı polisler, uzun süre uğraşmalarına rağmen, ellerine bir malzeme geçmez. Sonunda işi yalana ve iftiraya dökerler.
İşte, bu polislerden biri “Said Nursî’nin hizmetkârı ona bakkaldan rakı aldı” diye bir iftiraname yazar. Bunun altını imzalatmak için de çok uğraşır, ancak kimseye kabul ettiremez. Sonunda yolda geçmekte olan bir sarhoşu bulur ve “Gel bunu imzala” der. Yarı sarhoş vaziyetteki adam ise, “Tövbeler olsun. Böyle bir yalanı kim imzalar. Sokmayın adamı günaha!” diyerek, bu çirkin iftiraya ortak olmayı reddeder.
Sonraki günlerde, bu iftiracı polisin başına gelmeyen kalmaz. Dere kenarına gidip içki içtiği arkadaşlarıyla aralarında kavga çıkar. Tabancası elinden alınır, rezil rüsvav olur, sonradan da başka taraflara sürgün edilir. O mesleğin yüzkarası olur, gider.
Tarihin yorumu = 7 Ağustos 1964
Kıbrıs'ta yükselen gerilim
Türk Hava Kuvvetlerine bağlı jet uçakları Kıbrıs üzerinde ihtar uçuşu yaptı. Uzun süredir, Adadaki Türkler ve Rumlar arasında huzursuzluk yaşanıyor, korumasız Türk köylerine baskınlar yapılıyor, mâsum insanların kanları dökülüyordu.
Bu durum, aralıklı şekilde 1974'te Türk Silâhlı Kuvvetlerinin adaya çıkarma yapmasına kadar devam etti.
Ne var ki, bu müdahale de 1878'den beri süregelen Kıbrıs meselesinin çözümüne yetmedi. Uluslar arası yeni boyutlar kazanan Kıbrıs meselesi Türkiye'nin başını ağrıtmaya devam ediyor.
07.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|