Allah’a hamd ve senâlar olsun ki iman ile şereflendirdi. Dinin temeli tevhid inancıdır. Tevhid ilmi, ilimlerin en şereflisidir. Bu inanç ifrat ve tefritten berî olup istikamet olan “sırat-ı müstakîm” olduğu için Kitap, Sünnet ve İcmâ-i Ümmet ile her nevî bid’at ve dalâletten münezzehtir. Ancak istikametli yol bir olup buna aykırı yollar çok olduğu için istikameti muhafaza etmek çok zordur.
Peygamberimiz (asm) “İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan benim ve sahabelerim ve onların yolunu takip edenlerin dışındakiler Cehennemdedir” (İbn-i Mâce, 2: 1302; Tirmizi, İman, 18) buyurdular. Kurtulan fırka her ne kadar bir fırka ise de ümmetin ekseriyetini teşkil etmektedir. Çünkü hak ve hakikat çok açık, berrak ve sadedir. Fıtrata uygundur. Bunun için ilk bakışta anlaşılır; ancak kafası yanlış fikir ve düşüncelerle karışmış olanlar hak ve hakikati anlamakta zorlanırlar.
Peygamberimiz (asm), bu bakımdan “Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmez” (İbn-i Mâce, 2:1302) buyurmuştur. Ümmetten maksat hak ve hakikati bilen ve savunan kimse veya kimselerdir. Bundan dolayı denilmiştir ki “Bir müçtehit dağ başında da olsa tek başına bir ümmet ve yalnız başına bir cemaattir.” Nitekim yüce Allah, İbrahim (as) hakkında “Muhakkak İbrahim, Hak dine yönelen Allah’a itaat eden bir ümmet idi. O asla müşriklerden değildi” (Nahl, 16:120) buyurmuştur. Evet, şâirin dediği gibi “Bütün dünyayı bir kişide toplamak Allah için zor değildir.” Nitekim yüce Allah “Kim benim inzal ettiğim hidayetime uyarsa, dünyada sapmaz, ahirette de zahmet çekmez” (Tâhâ, 20:123) buyurarak hidayetin insana dünya ve ahirette nasıl fayda vereceğini ifade etmektedir.
Hak ve hakikat, Allah’ın hikmetindendir. Hakkı ve hikmeti anlayan ise akıldır. Bundan dolayı hak, akla aykırı olamaz. Akla ve mantığa aykırı olan, hak ve hakikate aykırı olduğu için dine de aykırıdır. İlim, hakkı ve hakikati ortaya çıkaran şeydir. Hakikat şudur ki, Allah vardır ve birdir. Şirk ise muhaldir. Hakkı ve hakikati ortaya koyan Kur’ân, bütün ilimlerin başıdır. Bütün ilimler, hak ve hakikati ortaya çıkardıkça, Hz. Muhammed’in (asm) ilminin kölesidirler.
Aklî ilimlerle meşgul olmak, hak ve hakikate hizmet amacı dışına çıktıkça, aklı şaşırtmayı netice verdiği için Peygamberimiz (asm) “Bahsin derinliğine dalarak haddi aşanlar helâk olmuştur” buyurur. (Müslim, 4:2055; Ebu Davud, Sünnet, 5) Akıl, hak ve hakikati aramak yerine yanlış kanaat ve düşünceyi müdafaaya yönelirse, elbette sahibini yoldan çıkarır.
İslâmiyet, deliller üzere müessestir. Sağlam inançlar ve bu inancı takviye eden deliller, akıllı insanların aklını iknâ ve kalbini tatmin ederler. Bunun için şeytan bir kimseyi yoldan çıkarmak ve kendine yoldaş etmek için inancını bozacak olan batıl düşünce ve fikirleri kalplere ekmeye ve aklı şaşırtmaya çalışır.
İmandan sonra insana lâzım olan “salih amel”dir. Salih amel ise Allah’ın emirlerine itaat etmek ve yasaklarından kaçınmak demektir. Bu bakımdan, iman ve istikamet ile iki cihan saadetini kazanmak için “Bu Kitap insanlara kifayet eder.” (İbrahim, 14:52)
Dinde mücerret akıl ile hüküm vermek insanı yanıltır. Ancak “nass”ları esas alarak bunları izah etmek ve açıklığa kavuşturmak için aklı ve delilleri kullanmakla gerçeği ortaya çıkarmak ve anlamaya çalışmak gerekir. Aklın amacı budur. Nasslar esas alınır ve akıl bunları anlamaya çalışır. Aklın zaruriyât dediği hususlarda ise akıl esas alınır ve nakil tevil olunur. Bediüzzaman da, bu mânâda “Takarrur etmiş usuldendir: Akıl ve nakil teâruz (birbirine zıtlık) ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, âkıl olsa gerektir” der.
Kur’ân iman edenlerin imanını, kâfirlerin de küfrünü artıran bir imtihan kitabıdır. Bunun için “Cenâb-ı Hak, sivrisinek ve daha büyüğü ile misâl vermekten çekinmez. İman edenler bunun Allah’tan geldiğinden ve hak olduğundan şüphe etmezler. Kâfirler ise ‘Allah bununla neyi murad etmiştir’ diye itiraz ederler. Cenâb-ı Hak bu misâl ile çoklarını saptırır ve pek çoklarını hidayete sevk eder.” (Bakara, 2:26) “Biz bu Kur’ânda mü’minler için şifa ve rahmet olan âyetlerimizi inzal ederken, zalimlerin ise ancak sapıklıklarını artırırız.” (İsra, 17:82) buyurur. Bunun için Kur’ân insanın lehinde ve aleyhinde delil olacaktır.
03.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|