Yabancılaşma insanın tabiatına, “fıtratına” karşı, ona ters işler yapmaktır. Yaratıcının verdiği cana ihanet, ona muhalif işler yapmaktır. Yani bir tür yabancılaşmaktır.
Tarkovski’nin Tommy filminde de bahsedildiği gibi toplum ve insanlık bu yüzden belki de marazî vak'alarla doludur.
Yaradan’ın emrinde yaşanmayan bir ömür, ruh sancılarına da müsaittir ve zemin hazırlar.
Zira insanlığın ruhu bu kadar ihaneti kaldıramamaktadır.
Ortalık, “dipteyim, depresyondayım” sözünden ve şarkısından geçilmiyor bu yüzden.
Nefret, kin, düşmanlık, çekememezlik, ara bozma, hâsılı şeytana uygun, ruha ters ne varsa yaparsak, iyilik ve ibadetlerle, Kur’ân’la güzellikle, hayırlı faydalı işle süslemezsek hayatı, ruh ne yapsın “dipteyim depresyondayım” diye çığlık atmanın dışında.
“Boşta kaldın mı bir işe koyul” diyor Yaratıcı. Bizler “Boş kalınca TV’nin karşısına kurul” havasındayız.
Şüphesiz TV’nin de faydalı yönleri var ancak daha güzel şeyler yapabileceksek, bizim için de başkaları için de faydalı olabilecek işler yapabileceksek, TV başında niye zaman öldürelim ki?
Bu da zamana ihanet değil mi?
Ağustos böceğinin akıbetine uğramamak için eğlenceye de kararınca yer ayırmalıyız gibime geliyor.
Toplumdaki herkes için geçerli bunlar diye düşünüyorum. Hepimiz bu yanlışlıklardan kurtulmalıyız.
Zira ruh bu kadar ihaneti kaldırmıyor.
Ülkeler için de bunun ifadesi var, yeri var. Savaş için çalışanlar, barışa yer vermeyenlerin, iyiliğe yer vermeyenlerin, bebekleri öldürenlerin, yaşlılara işkence edenlerin ruhlarının varlığından bile söz edilemez. Ülkelerin, şehirlerin de ruhu vardır. Yukarıda bahsettiğim kötülükler de ülkenin, şehrin ruhuna ihanettir.
Yaradan’ın emri dışında hareket etmek ihanettir. Evet bu yüzden ruhumuz bu kadar ihaneti kaldırmaz, kaldırmıyor da.
06.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|