Prematüre sayısında patlama
Ankara’daki bebek ölümleri ile ilgili tartışmalar sürerken, Kayseri Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Öztürk, son yıllarda prematüre bebek ve düşük doğum ağırlıklı bebek doğumlarının arttığına işaret ederek, aynı oranda yenidoğan servislerinin sayısında artış olmadığı uyarısında bulundu. Öztürk, yeni doğan ünitelerinde doktor ve hemşire sayısının hızla arttırılmasını ve bu ünitelerin bulunmadığı illere tüp bebek izni verilmemesini istedi.
Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Öztürk, son yıllarda artan tüp bebek merkezleriyle birlikte prematüre bebek ve düşük doğum ağırlıklı bebek doğumlarının arttığına işaret ederek, aynı oranda yenidoğan servislerinin sayısında artış olmadığı uyarısında bulundu. Türkiye’de son yıllarda yenidoğan bebek ölümleri ile haberlerin basında daha sok çıkmaya başladığını hatırlatan Prof. Öztürk, “Değişik üniversite ve devlet hastanelerinde görülen bebek ölümleri ile ilgili haberlere Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Doğumevi Hastanesi’ndeki bebek ölümleri de eklenmiştir. Burada çalışan arkadaşlarımızın iyi niyetlerinden hiç şüphemiz yoktur” dedi.
Prof. Dr. Öztürk, Türkiye’de yılda yaklaşık 1.3 ile 1.5 milyon bebek dünyaya geldiğini hatırlatarak, son yıllarda kısırlık tedavileri ve tüp bebek uygulamaları ile düşük doğum ağırlıklı ve prematüre bebeklerin oranı giderek arttığına dikkat çekti. Öztürk, “Ülkemizde düşük doğum ağırlıklı ve prematüre bebeklere bakılabilecek çok az servis, hastane, hemşire ve doktor olmasına rağmen, tüp bebek uygulama merkezleri hızla artmıştır. Doğal olarak da bu uygulama sonucu doğacak prematüre bebeklere bakacak yer sıkıntısı had safhaya varmıştır” diye konuştu.
“1-3 PRETERM BEBEĞE BİR
HEMŞİRE BAKACAKKEN,
20 BEBEĞE BİR HEMŞİRE BAKIYOR”
Prof. Dr. Adnan Öztürk, gelişmiş ülkelerde ve gerçekte 1-3 preterm bebeğe bir hemşire bakacak iken, Türkiye’de bu 10-15, bazen 20 bebeğe bir hemşire bakmak zorunda bırakıldığına dikkat çekti. Bu bebeklere bakacak yenidoğan uzmanı sayısının da Türkiye’de yetersiz olduğuna vurgu yapan Öztürk, şöyle konuştu:
“Yenidoğan yoğun bakımı sayısı da buna eklenince olay daha da vahim hale gelmekte, hele gerek üniversite gerekse hastane yöneticilerinin konuya karşı duyarsız ve bilgisiz olmaları da eklenince beklenen sonuç ortaya çıkmaktadır. Bu da daha yüksek yenidoğan bebek ölümü.”
Öztürk, ölümlerin dışında her yıl yüzlerce bebeğin de sakat ve bakıma muhtaç kalması nedeniyle devletin yükünün arttığını dile getirerek, şu uyarılarda bulundu. “Ülkemizde yenidoğan hizmeti verebilecek hemşire sayısı yetersizdir. Acilen arttırılmalıdır. Gerçek yenidoğan hemşirelerinin iş yoğunluğuna göre ücretleri de yeniden düzenlenmelidir. Gerek tüp bebek merkezi bulunan resmi ve özel hastaneler yenidoğan yoğun bakım servislerini gerçek anlamda kurmalıdırlar. Bir ya da iki odaya konulan 3-5 küvöz ile kullanılmayan ya da nasıl kullanılacağı bilinmeyen birkaç solunum cihazı ile göstermelik olarak bulunan yenidoğan yoğun bakım servisi uygulamalarına son verilmelidir. Gerçek anlamda Yenidoğan yoğun bakım ünitesi bulunmayan şehirlere, hastanelere tüp bebek izni verilmemelidir. Verilenlerde acilen iptal edilmelidir. Bu uygulama devam ederse bebek ölümleri de devam edecektir.”
“ÜNİVERSİTELERDE
YENİDOĞAN YAN DAL ASİSTAN
SAYISI ARTIRILMALI”
Prof. Dr. Adnan Öztürk, bebek ölümlerinin önüne geçilmesi adına önemli tedbirlerden birisinin de üniversitelerde eğitim yapacak olan yenidoğan yan dal asisitanı sayısının hızla artırılması olduğunu belirtti.
Bu merkezlerin ekip ve elemanları mutlaka yeterli hale getirilmesi gerektiğinin savunan Öztürk, “Yenidoğan bebek ölümlerinin azaltılması için ülkemizde kadın doğum hekimlerinin de üzerine düşen görevleri yapmaları yönünde çalışmalar hızlandırılmalıdır. Bakanlık bu konuda tüm doğumları ve doğum yapılan hastane ve klinikleri denetlemeli, çocuk hekiminin ve yenidoğan canlandırma sertifikası bulunan ebe ve hemşiresi bulunmayan yerlerde doğumun önüne geçilmesi çalışmalarına daha da yoğunluk verilmelidir” diye konuştu.
|
07.08.2008
|
|
Yaz geldi, zehirlenmeler arttı
PAMUKKALE Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Serap Semiz, yaz aylarında çocuklarda görülen en önemli rahatsızlığın besin zehirlenmesi olduğunu söyledi.
Karnı ağrıyan veya midesi bulanan çocuklarda kusma ve halsizliğin yanısıra ishal de olması halinde zehirlenme ihtimalinin yüksek olduğunu belirten Doç. Dr. Semiz, “Sağlıksız besin saklama yöntemleri ve yemek hazırlamasındaki hatalar zehirlenmelere sebep olur. Besin zehirlenmesinde çoğu zaman birkaç gün içinde kendiliğinden kaybolan belirtiler olsa da özellikle çocuklarda, sıcak yaz aylarında kusma ve ishalle kaybettikleri sıvı yerine konulmadığında ağır sıvı kaybı ve böbrek yetmezliğine kadar uzanır” dedi.
Besin zehirlenmesinin, yüksek protein içeren yiyecek ve içeceklerle ortaya çıktığını anlatan Semiz, “Süt ve süt ürünleri, kremalı yiyecekler, tavuk ve ürünleri, mayonezli ve yumurtalı yiyecekler, pişirilip uygun şartlarda saklanmayan etler ve deniz ürünleri, bozulma riski en yüksek gıdalar arasında yer almaktadır. Ayrıca donmuş besinlerin son kullanma tarihine ve donmuş olarak korunup korunmadıklarına dikkat etmek gerekir. Devamlı soğuk ortamda korunamayan ve ürün satışı az olan alışveriş noktalarından alınan dondurmalarda da kolayca bakteri üreyebilmektedir” şeklinde konuştu.
Gıda zehirlenmesinden korunmak için açıkta satılan gıdalardan uzak durulması ve son kullanma tarihlerine dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Serap Semiz, “Saklama şartlarına uyulup uyulmadığına bakmak, emin olmadığınız markaların ürünlerini satın almamak gibi bazı önlemlerle doğru ürün seçilmelidir. Çocuklarda kusma ve ishalle kaybedilen sıvı ev şartlarında yerine konulamıyor, yani çocuk ağızdan yeterli sıvı içemiyorsa mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır” ifadelerini kullandı.
|
07.08.2008
|
|
Tv dizileri sanattan uzak
YÖNETMEN Semir Aslanyürek, son dönemlerde ticari kaygılarla yapılarak televizyonlarda yayınlanan dizilerin ‘’sanattan uzak’’ olduğunu, yıllarca sürmesinin kaliteyi olumsuz etkilediğini ve Türkiye’de de bu konuda bir ekole dönüşen ‘’Brezilya dizisi’’ konumuna ulaşıldığını söyledi.
Aslanyürek, şöyle devam etti: ‘’Elbette kaliteli ve sanat içerikli dizilere sözüm yok. Ama bizde hangi kanalı açarsanız açın, bir dizi furyası aldı başını gidiyor. Sinema tadında diziler yapmak ve izletmek mümkün. Bir dizi 13 hafta, bilemedin en fazla 28 hafta sürmeli. Yıllarca sürmesi halinde artık konu bulmakta zorlanır, kalite düşer. Türk televizyonlarında yayınlananlar, eleştirdiğimiz Brezilya dizilerini geçti.
Dizi yapımcılarını, rol alan sanatçı arkadaşlarımı eleştirmiyorum. Çünkü bu işten ekmek yiyorlar. Bu anlamda ticari sinemanın da dizilerden pek farkı yok. Oysa sinema, yüksek düzeyde bir sanatı mümkün mertebe çok sayıda izleyiciye ulaştırabilmelidir.’’
Türk sinemasının da artık bir ekol haline gelmesi gerektiğini vurgulayan Aslanyürek, ‘’Bütün olumsuzluklara rağmen, Türk sinemasının iyi bir yerde olduğuna inanıyorum. Son dönemlerde yapılan bazı filmlerin belli bir kaliteyi ve sanatsal içeriği yakalamış olması, beni ve bu şekilde düşünenleri mutlu ediyor’’ diye konuştu.
|
07.08.2008
|