Yeni Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden bu güne basın mensupları artık haber almak amacı dışında da adliye koridorlarında daha sık görünür hale geldiler. Gerçi bu durum özellikle ara rejim dönemlerinde bazı gazetelerin mensupları, bilhassa Yeni Asya gazetesi yazarları için yeni bir durum değildir.
Meş’um 28 Şubat sürecinde neredeyse yazılan hemen her yazından dolayı Yeni Asya gazetesi yazarları hakkında “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri nezdinde onlarca dâvâ açıldı. Sıradan eleştiriler bile suçlamalar için birer fırsat olarak görüldü. Yahudiler ile ilgili âyetlerin mealleri, musibetlere dair âyetlerin meallerinin yer aldığı yazılar mahkûmiyet kararlarına konu olabildi.
Gazetemizin imtiyaz sahibi muhterem Mehmet Kutlular Beyin Marmara Depremi gibi büyük musibetleri bir İlâhî ikaz olarak gördüğünü ifade etmesi, bugün halen devam etmekte olan hukuk adına utanç verici bir süreci başlattı.
Bugün, Türkiye adı tam olarak konulamayan bir başka süreçten geçiyor. A’raf’ta bekleyen bir Türkiye var karşımızda. Nereye varacağı belirsiz bir rejim krizi veya eksiksiz bir demokratik yönetim, aynı uzaklıkta bugün ülkemiz için.
Basın, 28 Şubat sürecindeki gibi, artık tek ses değil. Yaşananlar farklı boyutlarıyla ve yorumlarıyla kamuoyuna inanılmaz bir hızla ulaşıyor. “Ergenekon” ismi etrafında tartışılan bu sürece kamuoyunun merak ve ilgisi, basını zor bir ikilemle karşı karşıya bırakmış durumda. Bir taraftan Türk Ceza Kanunu’nun basın özgürlüğünü özel bazı amaçlarla sınırlayan hükümleri, diğer taraftan basının, özellikle yazılı basının diğer medya araçlarından geriye kalmamak adına konuyu bütün boyutlarıyla, perde arkasıyla, yorumlarla okuyucuya ulaştırma isteği...
Yeni TCK’da basının haber alma ve verme hakkını ciddi şekilde sınırlayan düzenlemeler yer alıyor. Bu nokta da TCK’nun 285. maddesinde düzenlenen “Gizliliğin ihlâli”, 286. maddede düzenlenen “Ses ve görüntülerin kayda alınması” ve 288. maddede yer alan “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçları ilk anda hatırlanması gereken düzenlemeler.
Geçen günlerde, Ergenekon iddianamesine ilişkin teknik bilgiler veren İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı başta olmak üzere, yargı mensuplarından hemen her düzeyde basının, “Soruşturmanın gizliliğine” özen göstermedikleri ve yayınları ile “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ettiği yönünde yakınmalara ve bunun ötesinde suç duyurularına şahit olduk.
Maalesef, bu yakınmalar son derece hatalı adlî uygulamalara yol açtı. Yakalanan kişilerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne karşı bir siyasî düşünce mensubu olduğunun yazılması “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” olarak değerlendirildi ve mahkûmiyet kararı verildi. Neredeyse canlı yayın eşliğinde gözaltına alınan Doğu Perinçek’in gözaltı haberi, daha sonra tutuklandığına dair haber Yeni Asya gazetesi hakkında soruşturmanın gizliliğini ihlâl olarak değerlendirildi ve kamu dâvâları açıldı. Son olarak Ergenekon soruşturması kapsamında, gerçekten de canlı yayın eşliğinde gözaltına alınan komutanlar ve diğer sanıklardan hareketle “Gözaltılar buzdağının görünen kısmı” haberinden hareketle gizliliğin ihlâl edildiğinden bahisle soruşturma başlatıldı. Basın Kanununda yer alan iki aylık dâvâ açma süresi cumhuriyet savcılarının yeterince özenli hareket etmelerine engel teşkil ediyor. Tabiî ki bu durum, neredeyse “ERGENEKON” kelimesinin geçtiği her haberi, gizliliğin ihlâli olarak değerlendirme özentisizliğini haklı kılmıyor. TCK’nun diğer hükümleri ışığında zaten belli bir süre sonra gizli kalamayacak gözaltı ve tutukluluğun şüphelinin yakınlarına bildirilmesi gibi hususlarla, hayatın olağan akışı içerisinde gizli kalamayacak hususların gizliliğin ihlâli olarak değerlendirilmesinden vazgeçilmesi uygulamanın doğru bir zemine kaydırılması açısından bir ilk adım olabilir.
24.07.2008
E-Posta:
|