Güneydoğu'dan Karadeniz'e -3- : Risâle satırlarında gezdik (GEZİ)
Kelime dağarcığımız tıkanıp kaldı. Fakirliğimiz daha bir anlaşıldı manzaralar karşısında. Ama Allah’tan Risâle-i Nurlar vardı da o paragraflardan kullandık zaman zaman.
Ayder’de tam bir yayla havası vardı. Yemyeşil yamaçlarda, hayvanlar otluyordu. Yeşillik, upuzun serilmiş bir halıyı andırıyordu. Ata binme parkurunda bir genç kendince günlük harçlığını kazanıyordu. Dışarıdan gelenler burada biraz kıyısından kenarından hayatın tabiîliğine dokunmaya çalışıyorlardı.
Ayder’de turistik alt yapı hazır gibi. Buradaki kaplıca ayrı bir özellik katmış. Oteller kişinin durumuna göre hizmet veriyor. Tabiî birkaç kişi kaplıcaya giriyoruz. Buraya kaplıca için gelenlerle sohbet ediyoruz. Romatizmal hastalıklar konusunda fayda gördüklerini söylüyorlardı.
Öğle namazında camide, Ayder’in en yaşlı insanıyla karşılaşıyoruz. Dursunali Haşimoğlu ile epeyce Ayder’in dününü bugününü konuşuyoruz. Dursunali Amcayla biraz da Lazları konuşuyoruz. Lazların dillerinin ayrı olduğunu söylüyor. Ve Lazların dindarlarının çok sağlam olduğunu anlatıyordu. Kendisi de Laz olan amcadan birkaç cümlelik Lazca öğreniyoruz. Bunlardan birisi, ‘munçore’ idi yani, nasılsın?
Karadenizliler her güzelliği parayla seyrettiriyorlar. Ayder’in girişinde bir bilet kesiyorlar, bir de içerideki piknik yapılacak yerlerde bilet kesiyorlar. Pek de bir hizmet verilmeden biletlerin kesilmesi kafa karıştırdı.
Burada program arkadaşlarımızdan Ayder hakkında görüşler alıyorum. Yakup kardeşe, ‘Neler söyleyeceksin?’ dediğimde, neredeyse dört beş kez ‘güzel, güzel‘ deyip kaldı. Çok az kelimeyle günlük konuşmalar yaptığımız anlaşılıyordu.
İlginç olanlardan ise, Bilal kardeşin yorumuydu: “Bu görüntülerin biraz sonra hatıra olacağını düşündükçe üzülüyorum. İnsan böyle manzaralar karşısında, insan olarak kendisinin düşünülmüş olması akla geldikçe duygulanıyor. Ben şaşkınları oynuyorum’ diyordu.
Kaptanlarımıza görüşlerini sorduğumda Adem Bey, ‘İnsan olmak çok anlamlı bir şey. Bu manzaraları ancak insan doğru tanımlayabiliyor’ derken, Mahmut Bey de, ‘Urfa’dan sonra burası bizi şokladı’ diyordu.
Kız öğrencilerimizden gelen yorumlardan birisi bizi şaşırtmıştı. ‘Manzaralar karşısındaki duygularınız, düşünceleriniz nelerdir?’ diye sorduğumuz kardeşlerden birisi, ‘Benim için sürpriz değil’ diyordu. Sonra öğreniyoruz ki, kardeşimiz Ordulu imiş. İnsan gerçekten içinde olduğu güzelliklerin kıymetini kadrini bilemiyor. Ülfet güzellikleri, anlamları perdeliyor ve köreltiyor. Birilerinin nutkunun tutulduğu mekânlara karşı diğer birileri ‘benim için çok bir anlamı yok, çünkü Ordu’da her yer burası gibi’ diyordu.
Kardeşlerimizden birisi de, “Şimdi Cenneti daha çok merak etmeye başladım” diyor ve “Tabiî burada Cenâb-ı Hakkın pek çok esmasını okumak daha kolay” diyordu.
Anlaşılan herkes kendi taşıdıklarıyla ölçüyordu âlemi. Kimin birikimi fazlaysa onun algısı da fazla olmaktaydı.
Ayder’de çok özel ve güzel mönülerimizi afiyetle yedikten sonra gözlerimiz arkaya baka baka ayrılıyorduk harika yayladan. Cenâb-ı Hak kullarını gerçekten çok seviyordu. Çünkü her şey insanın duyularına dokunuyordu. Her şey insanı mutlu etmeye dönüktü.
İnsandaki pek çok lâtife burada yoğunca kullanılmıştı. Hemşin’e dönerken, herkeste bir sessizlik hakimdi. İnsana takılmış olan cihazların pek çoğu burada anlamlıca kullanılmıştı. Yıllardır kullanılmayan insandaki pek çok lâtifeler burada açılmıştı. Yeni yeni pencerelerimizin açıldığını hissediyorduk. Onun için de Hemşin’e dönüşümüz biraz da buruktu.
Hemşin’e dönüş yolunda Zilkale’ye gidiyoruz. Zilkale, Çamlıhemşin ilçesinin 15 km güneyinde bulunuyor. XIII. YY’da Kommenoslar döneminde yapılmış olup, XV. YY’da da Trabzon imparatorluğunca kullanılmıştır. Osmanlı imparatorluğu bölgeyi fethettikten sonra XVI. YY’da bu kaleyi güvenlik amacıyla kullanmıştır. Fırtına Deresinin Batı yamaçlarında kurulmuş olup, denizden 750 metre dere yatağından ise 100 metre yüksekliğindedir. Zilkale, dış surlar ve orta surlar ve iç surlardan oluşuyor. Kulesi dört kattan ibaret olan kale kemerli pencerelere ve mazgal deliklere sahiptir. Tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan Zilkale, kale-i zir (aşağı kale) Osmanlı İmparatorluğu döneminde 30 askerle hem güvenlik hem de kontrol görevi görmüş.
Akşama programımızın uygulama mekânına geri dönüyoruz. Program içerisinde her akşam bir kardeşimiz belirlenmiş bir konuda seminer veriyor. Mânâ-i ismi- mânâ-i harfi, takva, ibadet, kuvveler gibi konular seminer konularımızdı.
On gün boyunca risâle satırlarında gezdik. Son gün içinde program boyunca edindiğimiz farklı kazanımları birlikte müzakere ettik. Okumalarımız esnasında oluşmuş sorularımızı birlikte değerlendirdik. Adeta meyveleri paylaştık. Herkes kendince bir şeyler anlıyor risâlelerden. Hissesiz kalan yok. Adeta her yaşın ulaştığı nimetler farklı farklı.
DÖRT ARKADAŞIMIZDAN İTİRAF
Son günün gecesinde arkadaşlarla bir durum değerlendirmesi yaptık. Neler kazandığımızı, programımızın nasıl geçtiğini herkes sırayla değerlendirdi. Gurup içerisindeki dört arkadaşımız daha önce düzenli namaz kılmadıklarını ama artık namazların geçirilmemesi noktasında kendi kendilerine söz veriyorlardı.
Bu arada bizim hakkımızda nasıl bir kanaate sahip olduklarını merak ettiğimiz kaptanlarımızdı. Onlardan da biri namazlarını düzenli kılmaya başladığını ve kılmaya devam edeceğini ifade ediyordu. Kendilerinin ifadesi ise, bundan böyle Urfa’ya döndüklerinde Risâle-i Nur sohbetlerine devam edeceklerini ve kendi genç çocuklarının da bu programlara katılmalarına çalışacaklarını ifade ettiler.
Dolayısıyla programa katılan gençlerle birlikte kaptanlarımızı da program arkadaşı olarak yazıyorduk. Sabah namazlarına kalkıyorlar, tesbihatlara katılıyorlar ve sohbetlerimize iştirak ediyorlardı.
Bütün bunlar da bizim için en güzel kazanım idi. Rabbimize şükürler ettik.
Programın son iki gününde kızım Nurseda’nın ayağı kırıldı. Rize Devlet Hastanesine yatırıldı. Alçıya alınan ayağın iki yerinden kırıldığını öğreniyoruz. Rize Devlet Hastanesi oldukça düzenliydi. Tertemizdi. Buradaki bir kareyi de paylaşmadan geçmeyeceğim. Filmi göstermeye gittiğimiz ortopedi uzmanı, başka bir hastanın filmine bakıyordu. Aynen Rize ağzıyla, ‘Senin boynunda çireçlenme var da’ diye oldukça dikkat çekici bir cümle kuruyordu. Bu cümleler o kadar tabiîydi ki, bu hastanın doktoru dinleyişinden anlaşılıyordu. Sonra filmimizi gösterip, programdan dönen arkadaşlarla onlara katılarak yolculuğa devam ediyoruz.
AYRILMAK HER ZAMAN ZORDUR
Bilen Köyünden, Hemşin’den daha da önemlisi Şükran Ablamızdan ayrılmak gerçekten zordu. 60’lı yaşlardaki Şükran Ablamız tam bir Nur talebesi idi. Risâle-i Nurlardaki kardeşlik kaidelerini haliyle yaşayan bir hanımefendi idi. Sizler gidince buralar garipleşiyor. Buraların zenginliği, buraların güzelliği ve mânâsı gelen Nur talebeleridir.
Kendisiyle yaptığımız sohbette, ‘varlığınızı, imkânlarınıza çok rahat ve kolay hizmette harcıyorsunuz bunu neye borçlusunuz?’ diye sorduğumuzda verdikleri cevap oldukça manidardı: “Allah yolunda harcanmayan varlık, varlık değil yüktür. Ona sarf edilmeyen imkânlar amacı dışında kullanılıyordur.”
Biz Bilen Köyünden ayrılırken herkeste burukluk hakimdi. Herkes Şükran Abladan bahsediyordu. Yine gözlerimiz geriye doğru kayarak ama gitmek zorunda da olarak ileriye doğru gidiyorduk.
Henüz daha Bilen sınırlarından çıkmadan ayrılmak hüznü içimize düşmüştü. Yağmurla bizi karşılayan Bilen Köyü yine yağmurla bizi uğurluyordu. Adeta rahmetle gelmiştik, rahmetle gidiyorduk.
SÜMELA MANASTIRINA ÇIKIYORUZ
Yol üzerinde Trabzon’a giriyoruz. Burada Sümela Manastırına çıkıyoruz. San’atın nasıl heder edildiğinin örneği idi adeta burası. Muhteşem çiniler sökülmüş, resimler tahrip edilmiş ve rastgele yazılar yazılmıştı. Manastırın yerleşimi oldukça dikkat çekici. Dinî inancını yaşamak isteyen insanların ne zor şartları yaşadıklarını buradan da anlıyoruz.
İnanmayanlar inananlarla her dönemde mücadele etmişler ve etmeye de devam ediyorlar. Burada öyle yemeğimizi yiyoruz. Muhteşem ağaçların oluşturduğu manzaralar görülmeye değer.
NAMAZ SONRASI DERSLERDE
HİZMET REHBERİNİ BİTİRDİK
Samsun’da bir akşam kalıyoruz. Buradaki kardeşlerimiz hazırladıkları enfes yemeklerle misafirperverlik örneği sergiliyorlardı. Ertesi sabah Samsun’u biraz gezdikten sonra, dönüş yolculuğu için zihinsel hazırlık içerisindeyiz. Burada ekip yavaş yavaş dağılıyor. Trabzon’da, Samsun’da bazı arkadaşlarımızdan ayrılıyorduk. Özellikle de Şemsettin Abi ve Fahriye Ablayla Samsun’da ayrılmamız biraz hüzün estirdi. Fahriye Abla yine bir programı bitirmenin manevî hazzı içerisinde ama her ayrılık gibi hüzün de içerisinde idi.
Amasya, Tokat, Sivas, Malatya, Adıyaman hattında ‘medrese-i seyyare’mizde geçen zamanlarımızı değerlendirerek yol alıyoruz. Her namaz vakti cemaatle namazlarımızı kılıyor ve ardında yine seyyar medresemizde tesbihatlarımızı yapıyorduk. Bu sırada namaz dersleri akabindeki okumalarımızda ‘Hizmet Rehberi’ kitabını bitiriyorduk.
Urfa’ya sabaha doğru dönüyorduk. Başladığımız yere gelmiştik. 11 gün önce sabah namazı akabinde çıktığımız Urfa’dan 11 gün sonra yine aynı yere gelmiştik. Bizi uğurlayan babalar 11 gün sonra şimdi karşılıyorlardı.
11 günlük okuma programı adeta bir rüya idi. Bu 11 günlük kuşak inşallah hayatımızın pek çok bölümünü aydınlatacak bir gökkuşağı gibiydi. Kardeşlerimizde helâlleşerek ayrılıyorduk. Herkes yeni programlarda görüşmek üzere temennilerini ifade ediyorlardı.
Şimdi çok güzel hatıralar var dünyamızda.
Başka bir program hatırasında tekrar görüşmek, konuşmak dileğiyle..
—SON—
|