Bugün de yine bir başkayım, yine ağlamaklıyım. Coştun yine deli gönlüm, göz yaşım gibi çağlar mısın? Unuttuğumuz o kadar çok şey var ki, biri çıksa da hatırlatsa bunları tek tek… Ağlamak gibi, sevmek gibi, dostluk gibi, vefâ gibi. Hele vefâ, eski İstanbul’da bir semtin adı artık.
Yıllardır aradığım ve bir türlü ulaşamadığım ilkokul öğretmenimi buldum nihayet. Kader karşıma çıkardı. Sevgili anneciğiyle beraber yaşıyorlarmış. Sıhhat ve afiyetteler. Birbirlerine karşı hiç tükenmeyen sevgileri var. Sevgileri dostlar başına.
Severdim öğretmenimi. Çocukça, safça bir sevgiydi bu. Şimdi, bu sabah vakti arayıp, kendisini ne kadar çok sevdiğimi ve adını hiçbir zaman unutmadığımı öğretmenime söylemek istiyorum. Söylemeyip de saklamanın ne mânâsı var? Bir kırk yıl daha beklemeye vakit yeter mi? Bu sabah bir cesaret var içimde, Rabbime şükrediyorum. Yüreğimde ismini ve resmini gördüğüm bütün dostlarıma, gönülden sevdiklerime, tek tek ulaşıp sevgilerimi söylemek istedim.
Ve söyledim de… Oh, dünya varmış. Söyleyememek de ayrı bir azapmış. Kalbimin tam ortasında, günlerdir nasıl bir ağrıydı ki bu, atsan atılmaz, satsan satılmaz. Perişan etti bu duygu beni…
***
ONA SEVDİĞİNİ SÖYLE
Bu derdi içimden atmanın sırrını, sonunda sevgili Peygamberimin (a.s.m.) bir tavsiyesinde buldum.
Bir gün, sahabeden biri gelip; “Yâ Resulallah ben filân kişiyi çok seviyorum” der. Hz. Peygamber “Madem bu kardeşini seviyorsun, niye gidip de ona söylemiyorsun?” Bu tavsiye üzerine o sahabe, adamın yanına varıp, sevgisini açıkça söyler. O da, “Sen gerçekten, beni Allah için sevdiğini söylemeye mi geldin?” der. “Evet sadece bunun için.” der. Adam da, “Allah ne muradın, ne hayrın varsa sana versin.” diye duâ eder.
Bugün odamda dört dönüyorum ama içimde bir rahatlık var. Kararlıyım. Duygularımı susturmak istemiyorum. Gerekeni yapacağım, gönülden sevdiklerimin hepsine sevdiğimi söyleyeceğim. Asla bir eziklik ve bir noksanlık hissetmeyeceğim bunu derken. “Sevdiğimi söylemezsem, bu sevgi beni boğar.” diyen Yunus gibiyim. Sevgisizlikte boğulanları gördükçe, sevgi dolu bir kalbi verdiği için Yaratanıma şükrediyorum.
Herkesin zenginliği kendine göre. Kimi akıl, kimi kalp, kimi ruh, kimi dünya, kimi de ahlâk zengini. Sayısı az da olsa, bazılarında hepsi var.
Dünyamız tehlikeli bir döneme girdi. Bunu hep beraber, yaşıyoruz. Belki de tarihin hiçbir devrinde, bu kadar insan, bu kadar garip bir şekilde ölmemişti. Sebebi belli, sevgisizlikten ölüyorlar. İnsanların kalpleri aç, sevgisiz ve gıdasız kaldıkları için öldürüyorlar. Ölümü hiçe sayıyorlar. Bu kısır döngü, şeytanın bir oyunudur. Farkında bile değiller.
Ey insanlar, ölenler bizden birileri, kardeşlerimiz ölüyorlar. Bir bir gidiyorlar. Hem de sevgilerini söyleyemeden. Bombasız ölümler bunlar, paramparça ediyor insanları. Kalplerinde patlıyor. Sevgimizi söyleyememenin cezasını, çok ağır ödüyoruz. Sevemeyecek kadar özürlü değiliz. Sevilmeyecek kimseler de yok değil. Ama nedense, kalpler birbirini aramaya çıkmıyorlar ve buluşamıyorlar…
Yıktım kalıpları, paramparça ettim bu sabah. Âdeta mayın tarlalarında dolaştım korkusuzca. Ölmedim, yıkılmadım. Kırdım sahteliğin putlarını, samimiyetsizliğin kartondan engellerini. Anladım ki, bu tuzağın da arkasında o varmış. Sevgi fakiri, bilgi ve marifet fakiri, casus şeytan. Defol, sana azap olarak, Allah’ın rahmetinden kovulmuş olman yeter. Bizi o tuzağın içine çekemezsin. Boşuna uğraşma. Rabbimize sığındık, oyununa gelmeyeceğiz. Bin beter ol. Rabbimin rahmetinden uzak ol. Euzübillahi mineşşeytanirracim.
***
Kâinatın yaradılışında ve mayasında sevgi var. Madem ki, yaradılış sebebimiz bu; o Nur ile, o sevgi ile Yüce Yaratanımın eseri olan, her şeyi sevebilirim. Mâni yok. Kâinatın özü, özeti olan bende ve o küçücük kalbimde, her şeyi içine alacak bir sevginin çekirdeği saklanmış.
Hele şefkat yüklü bir sesle, seslenin bakalım birisine. Adını söyleyin bakalım bir defa. Sevginin yaptıramayacağı ne var ki bu dünyada?
Bir sese, kalbinin bütün kapılarını ardına kadar açacak işte o sese, ihtiyacı var insanların. Hz. Peygamber böyle bir sesti işte. Kur’ân da öyleydi. Onun ardında Allah’ın iltifatı vardı. Selâmı vardı Rahman’ın. Kâinatı sarıp sarmalayan, gül goncası gibi kuşatan sevgisi vardı. Bu dünyada bir an bile olsun onsuz yaşanır mı? Ya sevgi olmasaydı. Güneş gibi doğmasaydı her gün üstümüze ne yapardık?
Sevgisiz kalmış kalpler, azap içindeler. Ruhlar unutulmuş, bir kenara terk edilmiş. Dışarıda ne var, ne yok her şeyden bîhaber. Hâlbuki dışarıda hayat var, delikanlı bir bahar, rengârenk meyve sepeti yaz var. İman var. Duâ ve niyaz var. Dipdiri sevgiler var. Ölümsüz aşklar var. Gölgeler dünyasında yaşayan, kalbi kırıklar için binbir müjdeler var. Ah, su bir yükselse, o kuyudan bir çıkabilseler. Yetiş ey gözyaşı imdada yetiş…
SEVGİSİZ KALPLER, ÇİÇEKSİZ BAHÇELER GİBİ
Yakışmıyor hiç. Yakışmıyor bize, insana, kâinatın gözbebeğine. Hani Allah’ın yarattığı bu kâinat onu bilen ve tanıyan bizler içindi? Seccade kadar malı, mülkü olmayan ben, kâinatın Yaratıcısı’na olan inancımla bırakın dünyayı, cennete ve daha da ötelerine sahip olacak, O’nun rızasına erişecek, ulaşacak bir sevginin sahibiydim hani? Ne oldu bana? Elimde delikli bir kalbur, güya deryaları boşaltıyorum, abesle uğraşıyorum. Olmuyor, bir türlü boşalmıyor. Ömrümüz tükeniyor boş işlerin peşinde.
Dillerden hiç düşmüyor, ağızlarda sakız oldu sevgi kelimeciği ama sevginin de bir gerçeği var. Her şeyin olduğu gibi. Bunu göz ardı edince, sevdiğimiz şeylerle problem yaşıyoruz. Allah’ın rahmetine, şefkatine yol bulup gitmeli bu sözcük. Sevgi, muhabbet, aşk, sevda her neyse. Yanlış yerlerde kullanmamalıyız onu. Ama olmuyor nedense. Nefsimizin izinde gidiyoruz. Oysa, Allah için sevmeliyiz. Sermayemizi boş yere tüketmemeliyiz. Yanlış pazarlardan mal aldık, mal sattık. Aldığımız, yığdığımız maldan ise, elde bir eser yok. Kırk yıllık kulluk buğdayımı didiklemiş, aşırmış fareler. Ambar boş, kalpler bomboş. Şimdi yeniden doğmanın, doğrulmanın, kalpleri; Allah sevgisiyle doyurmanın zamanı. Bunu duydum bu sabah. Hiç olmazsa kendimden başlayayım. Gücüm yetmiyor başkasına, nefsimden gayrısına…
Yerinde sarf edilmeyen bir sevginin cezasını ve belâsını dünyada dahi çekiyor kalbim. Ticaretten habersiz acemi tüccar gibi, cam parçalarının peşinde yıllarca elmas diye koştu, koştu da ne oldu? Yoruldu bugün, ihtiyar oldu gönlüm.
Yolumun üzerindeki işaretleri unuttuğum andan beri, bu yolun beni çıkmazlara sürükleyeceği belliydi zaten. Buralarda olmamalıydım. Giriş ve çıkışları karıştırmışım. İstanbul yerine yanlışlıkla Ankara’ya giden yok ama Allah’a giden yolda nedense çıkmazlara saplanan çok. Belli ki Sanatkâr unutulmuş, O’nu bildiren manevî işaretler de anlaşılmaz olmuş. Rahmetli Selahaddin Şimşek’in dediği gibi; “Çoklarının aradıkları doğru idi ama doğrular doğru yerlerde aranmazlarsa bulunmazlar.”
Bir çiçeği çiçek olarak sevmek, koklamak, değildi ki maksat. Bir çiçekten Rabbimizin isimlerine, cemâline ve güzelliğine yol bulacaktık. İşaretler, biz yolcular içindi. Yaratılan ne varsa her şey; çiçekten yıldıza kadar, yapraktan ağaca kadar hepsi Allah’tan bize bir işaretti. Mektuptu. Okuyabilmeliydik mektupları. Okuyabildik mi acaba? Ne gezer… Fânilerden bâkiye yol bulmalıydık. Bu güzelliğin kaynağına ulaşmalıydık. Ayıldık, uyandık derken yine gaflete daldık. Hem de binler defa. Horoz sesleri, köpek ulumaları arasında bir sabah hiç olmazsa bu sabah, şu ezanların davetkâr seslenişi ile, uyan be gönlüm, uyan artık. Uyan da yanlışını gör, yanmadan, pişman olmadan önce uyan artık.
ŞEYTANIN İŞİNİ, KENDİNDEN BİLME
Ey nefsim, ilerde başına gelecekleri bir bilsen. Bu dünyada çektiklerin onların yanında hiç kalır. Geç kalma. Bak, Rahman olan Allah, rahmet kucağını açmış, gitmemizi beklerken, ne diye gecikiriz? Neden böyleyiz anlamıyorum? İbadet desen sonra, sohbet desen yarın, yazmak, okumak desen ileride. Ne varsa hayra dâvet eden her şeyi devamlı öteliyoruz. Uzaklaştırıyoruz kendimizden. Ey nefsim, yarınlarla randevun mu var? Şeytan işte, bu ninnilerle nefsimi uyutmuş, uyumuşum. Uyuduğumdan bile haberim yok. Allah’tan ki, uyandıran dâvetçiler var. Gözlerimi açmam yeterli. Gaflet gözünün perdeleri o kadar kalın ki, perde değil duvar sanki. Ey kalbim, yık şunları bir çırpıda. Açılan delikten, Rahman’ın nuru dolsun içeriye. Katranı pekmez diye yalayan nefsim. Melekût cihetine, iç yüzüne geç de eşyanın, neymiş gerçek sevgi, neymiş gerçek lezzet o zaman daha iyi anlayacaksın. “İnsanlar uykudadır. Ancak ölünce uyanırlar” deniliyor. Uyanışımız mahşere kalmadan uyanmalıyız.
Allah’ım, bir rüyadan bile kısa olan bu dünya hayatına, gaflet uykusuna daldırma beni. Bir sesle, bir nefesle, Habibinle, Sevgilinle, Kur’ân’ınla uyandır beni… Uyandır ki Allah’ım, uyuyanları da uyandırabileyim. Sevgilim, sevgili Rabbim. Daldırma beni karanlıklara, atma sakın yokluğun zindanlarına. Yapamam oralarda, dayanamam. Lütfen çağır beni huzuruna. Al beni ışıl ışıl o gecelerin nuruna. Yüce dâvetinin katına al, çıkar beni bu kuytulardan. Kurtar beni uçurumlardan.
Allah’ım, duâlarım adının anılmaya en lâyık bir zamanda yapılan bir duâ ise, mübarek ayların içindeki Mi’rac sırrı adına düşüncelerime de bir Mi’rac, bir yükseklik nasip et ya Rab. O Mi’rac ki, yücelişin, katına varışın, bütün mekânları geride bırakışın işaretiydi. Peygamberimin, Mi’rac’da Sana getirdiği hediyeyi unutmadım, unutamam.
İşte Mi’rac’ın binbir sırrı içinde, erimişliğin, yok olmuşluğun, şu dakikada bitmiş ve tükenmişliğin adına Allah’ım, doyumsuz duygularımı sonsuz nimetlerinle şereflendir.
Sensin bu kâinatın sultanı. Ebediyetlerin hükümdarı. Kalbimin ve sevgimin sahibi Sensin. Kâinatı ve sevgimi Yaratan… Sevdiklerimi Yaratan. Ne olur ömrümü, bu biricik sermayemi yanlış yollarda tüketmeme izin verme. Yanlış yerlere yönlendirmeye çalışan şeytanımdan ve nefsimden Sana sığınıyorum. Koru beni şerlerinden. Bir meleğinin eliyle, kalbime bir Nur, bir ışık gönder lütfen. Adımlarım yanlışa kaymasın. Bırakma beni, tut elimden.
Peygamberimin (asm) sohbet arkadaşlarının, hayallerini bile israf etmeyen o erişilmez kahramanların, o sönmeyen yıldızların, karanlık dünyamızın kutuplarının adına, Bedir’de, Uhud’da şehit düşenler adına affet. Şehitlerin efendisi, Uhud’un aziz hatırası, Hz. Hamza adına, Sevgili Peygamberimin (asm) onun mübarek cesedine damlayan o mübarek gözyaşları adına affet Allah’ım. Affet ne olur. Yaratılış toprağıma kattığın bu mayanın, bu sevginin hatırına affet. Doğru adrese ulaşamayanlar adına, yanlış sevgilerde boğulanlar adına, sevgisizlik çölünde kaybolup, yitenler adına beni, onları ve bütün duâma katılanları, hepimizi affet.
26.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|