Çarşamba günü dâvet üzerine Karabük’e gitmek için otobüsne bindiğimde, yan koltukta genç bir adam oturuyordu. Hayırlı yolculuklar diledikten sonra tanıştık. Safranbolu’da oturuyor ve bir helva lokum imalâthanesinde çalışıyormuş. Bir müddet sohbet ettik. Sonra kitap okumaya başladım. Gerede’nin biraz ilerisinde ihtiyaç molası verildi. Birkaç kişiyle ikindi namazını kıldık ve tekrar otobüse bindik.
Yol arkadaşım Bülent’e “Meslek itibariyle işi hep tatlıya bağlıyorsun. Lokum ve helvayla insanları tatlandırıyorsun. Genç ihtiyar fark etmeksizin geliveren bir hakikat var. Hayatın sonunu tatlıya bağlamak için de bir çalışma yapıyor musun?”diye sordum. Gülümsedi. Ne demek istediğimi anlamıştı. “Cuma namazlarını hiç kaçırmıyorum” dedi. “Yetiyor mu?” dedim. “Yetmiyor, fakat bir türlü başlayamıyorum. Bir yıl, beş vakit kıldım. Sonra terk ettim. Niye devam ettiremedim ben de anlayamadım” dedi. “Toplum olarak Elhamdülillah Müslüman’ız. Fakat, mevcut imanımız taklidî ve geleneksel olduğu ve ispata dayalı kuvvetli bir imana sahip olamadığımız ve var olan imanımızı tahrip edecek sebeplerin de çok olmasından inancımızın gereğini yerine getiremiyoruz” diyerek sohbet devam ederken yolculuğumuz da bitmişti. Ona yeni çıkan “Ölümsüzlük Ülkesine Yolculuk” adındaki kitabımı imzalayarak hediye ettim. “Sana anlatmak istediğim çoğu meseleler bu kitabın içinde var” dedim. Yere indiğimizde temsilcimiz Şenel Beyle tanıştırarak bundan sonra birbirlerini ziyaret etmelerini arzu ettiğimi söyledim. Akşam hizmet merkezimizde etraf ilçelerden de katılanlarla kalabalık bir toplantı ve sohbet oldu. Mensubu olduğumuz dâvânın kadrini ve kıymetini bilmeliydik. Bediüzzaman Hazretleri on dört asırdır yolu gözlenen son mücedditdi. Kur’ân aleyhindeki en dehşetli tahriplerin yapıldığı bir zamanda tamir vazifesini üstlenmişti. Risâle-i Nurlar tecdit vazifesini hakkıyla ifâ ediyordu. Cemiyetin imanını tahkik mertebesine yükseltmek bizim misyonumuzdu. Bundan dolayı sürekli Nur Risâlelerini okumalıydık. Günlük okumalarımız noktasında nefsimize taviz vermemeliydik. Hattâ, okumalarımızın her gün sayfa miktarlarını kaydederek karnemizi görmeliydik. Hiçbir mâzeret bizi derslere gitmekten alıkoymamalıydı. Mesleğimizin dört esasından biri olan şevki mutlak ancak böyle inkişaf edebilirdi. Bir kişinin daha imanının kurtulmasına vesile olmayı hayatımızın en büyük gayesi bilmeliydik. Sahabeler bu tarz hizmetlerle çoğalmıştı.
Olumsuz olaylar bizi etkilememeliydi. Her şeye hikmet cihetinden bakarak iyisini alıp, fenâ taraflarına lüzumsuz nazar etmemeliydik. Meslek ve meşrebimizin temel prensiplerini iyice öğrenip orada sebat etmeliydik. Hususan ictimâî meselelerde kitaba bağlı kalmayı tercih edip geçici rüzgârlara kapılmamalıydık. Tepeyi terk eden Uhud okçuları veya Calut’a karşı savaşa giden Talut’un nehirden doyasıya su içen askerleri gibi olmamalıydık. Nur prensiplerine aykırı düşenlerin zamanla hizmetten de gevşeyip, hattâ genel yapı ve gidişatı da tenkit etmeye sebep olacağının endişesini taşımalıydık. Vazifemizin ulvî, hizmetimizin kudsî, her bir saatimizin bir gün ibadet hükmünde kıymetli olduğunu hatırdan çıkarmamalıydık. İki saat süren ders ve sohbetimiz bu minval üzere sürüp gitti.
Hizmete sahip çıkma hususunda kararlı gördüğüm Karabüklü gönül dostlarımızla vedâlaşıp gece dönüş otobüsüne bindiğim zaman yine genç bir yol arkadaşım olduğunu gördüm. Bahtiyar isimli genç, imam hatip mezunuydu. Malatya’nın bir köyüne yeni tayin olmuştu. Altı aylık imamdı. Risâle-i Nurlardan haberdardı. Bir hayli sohbet ettik. İnsanların ebedî hayatlarının kurtulması için daha çok çalışmamız gerektiği üzerinde durduk. “Ölümsüzlük Ülkesine Yolculuk” adındaki kitabımı imzalayıp ona da verdim. Çünkü, anlatmak istediğim çoğu meseleler orada vardı.
Tekrar haberleşmek dileğiyle vedâlaştık. Sabah dörtte eve geldiğim zaman, on iki saate sığan böyle bir hizmetin mutluluğunu yaşıyordum. Zira Allah, hizmetin ücretini bizzat hizmetin içine koymuştu.
23.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|