Avrupa’da karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanan faturalı-hesaplı bir hayat anlayışı hakim. Eğer eşlerden her ikisi de çalışıyorsa, bütün harcamalar ortaktır. Hesaplar, faturalar ortaya dökülür. Mutfak masrafları, giyim-kuşam masrafları, elektrik-su, telefon faturaları, kira ve vergiler...
Şayet biri çalışmıyorsa, kavga başlıyor. Biri diğerini “asalaklıkla” itham ediyor. Bayan çalışmıyorsa, onun için az bir harçlık konmaktadır bankaya. O da günlük masraflara yetmiyor. Çünkü hayat, lüks ve masraf üzerine kurulmuştur. Eğlence para ister, takılar para ister. Bunları elde etmek için, “başkalarıyla çıkmak” denen aldatmak devreye giriyor. Eh, buna “hürriyet ve feminizm” ilâve edildi mi; ver elini âile içi kıskançlık çatışmaları ve kavgaları.
Çocuklara gelince, o zavallılar da, Batı felsefesinin “hayat bir cidal ve menfaattir” çarkları arasında bocalıyorlar. 12 yaşına kadar, az çok az bir harçlık alırlar ebeveynlerinden. 14 yaşından sonra ise, harçlık verecekleri zaman çalıştırıyorlar çocuklarını. Meselâ okuldan izine dönerler. Oğlu veya kızına der ki ebeveyn:
“Sana harçlık veririm, ama şu evi süpürürsen, arabayı silersen, şu işi yaparsan...”
***
Batılıların en çok sevdikleri şey ise, para kazanmak ve seyahat! Kim bilir, bu monoton hayatı biraz daha renklendirdiğindendir! O maddeci, sıkıcı, menfaatperest, egoist hayattan uzaklaşmak için seyahate çıkıyorlar! Öyle ya, maddenin ruhsuz cenderesinde sıkışıp kalanlar başka alkol ve uyuşturucudan sonra, başka ne yapabilir ki?
Hanımı öğretmen olan İsmail kardeşimizin meslektaşları, Karadeniz’i görmek isterler.
“Bizi götürür müsünüz?”
“Elbette, memnuniyetle sizi misafir ederiz!”
“Ne kadar ücret ödeyeceğiz?”
“Hiç ödemeyeceksiniz… Bizde öyle gelenek yoktur, misafirlerden asla para almayız…”
Tabiî ki, hayat felsefeleri “menfaat” üzerine kurulu ve gayeleri “nefsin arzuları heva ve hevesi tatmin” olanların misafirperverlik, ikram, ihsan, cömertlik gibi faziletleri birdenbire anlaması, kavraması imkânsız. Ancak, zamanla İslâmiyetten kaynaklanan bu güzellikler, onların dünyasına giriyor derinden derine…
Caydırıcı cezalar ve düzen
Haklarını yememek gerekir. Sosyal ve maddî hayatın düzenini gayet mükemmel sağlamışlar. Sessizliğin bir diğer sebebi düzeni sağlamaları ve kanun hakimiyetini te’sis etmeleridir. Toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni koruyan caydırıcı, ağır kanunları gayet etkili uyguluyorlar.
Bu arada, pek çoğumuzun bildiği ve ülfetin perdelediği bir uygulamayı nazara verelim:
Her demokratik batı ülkeleri gibi Avusturya’da “kontrol ve caydırıcı cezalar” ile trafik meselesini halletmiş, zaman kaybını önlemiş. İstasyonlarda otomatik bilet satış gişeleri yerleştirmiş. İsteyen bir seferlik, bir günlük, bir haftalık veya bir aylık bilet alıp kuyruklara girmeden veya turnikelerden geçmeden tramvaya, metroya, otobüse biniyor.
Ve biletsiz binenlere tek-tük rastlanıyor. Polis zaman zaman kontroller yapıyor. Kaçakları yakaladığında ise herkesin gözü önünde, damarına dokundura dokundura 63 euro gibi ağır bir ceza kesiyor.
Hırsızlığı önlemek için ise, çok ağır cezaları gerektiren kanunlar çıkarmışlar. İslâmdaki kısas ve had cezalarının ağır olduğunu iddia edenlerin; 600 yılı aşkın Osmanlı zamanında, 5 kol kesme hadisesinin vuku bulduğunu, 6’ya çıkmadığını duysun ve kulakları çınlasın!
22.07.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|