En büyük yalanı kimin söyleyebileceğini tesbit için belki bir ‘yarışma’ yapmak gerekir, ama akla gelen ‘aday’lar arasında medya herhalde en önde yer alır. Bilhassa ‘büyük medya’nın yalanı da büyük oluyor... Medyanın ‘yalanları’ndan medya mensupları da şikâyetçi. Daha doğrusu, medyanın ‘büyük yalancı’ olduğunun en büyük şahitleri de medya mensupları. Çünkü hadiselerin içinde yaşıyorlar ve kimin nasıl ‘yalan’ söylediğini daha kolay anlıyorlar.
Aynı gün, iki farklı gazetede yer alan ‘medya’ değerlendirmeleri bu yönüyle de dikkatimizi çekti. Taraf gazetesinin sahibi Başar Arslan, gazetesinin ‘malî kaynakları’ ile ilgili iddialar konusundaki bir soruyu cevaplandırırken şöyle demiş: “Bunların (iddiaların) kaynağı yok. Cumhuriyet (gazetesi), çocuğumu parasızlıktan kolejden aldığımı yazdı. Benim çocuğum yok. Bu gazetede ortağım olan ağabeyimin de çocuğu yok. Diğer ağabeyimin de henüz iki yaşında bir çocuğu var. Aynı şekilde Oray Eğin, yazarımız Leyla İpekçi’nin Gülen bursuyla Amerika’ya gittiğini yazdı. Oysa İpekçi hayatında hiç Amerika’ya ayak basmamış. Bu açıklık ve netlikte yalan nasıl yazılabilir? Serdar Akinan, Zaman gazetesinin tesislerinde basıldığımızı yazdı. Fakat gazetenin künyesine baksaydı; orada basılmadığımızı görürdü. Taraf’ı çıkarttıktan sonra Türkiye’deki gazetecilerin ne kadar kolay yalan yazabildiğini gördüm.” (Sabah, 21 Temmuz 2008)
Taraf’ın sahibi Arslan’ın “Bu açıklık ve netlikte yalan nasıl yazılabilir?” sorusu, İletişim Fakültelerinde ders konusu olmaya aday! İfade edildiği gibi, ilgili gazete ve gazeteciler bu derece ‘cesaretle’ ve bu netlikte ‘yalan’ yazabiliyorlarsa, medyanın sürüklendiği yeri siz hesaplayın...
Gerçekten bu derece yalan yazmak cesaret ister. Çünkü nihayetinde hakkında ‘yalan’ yazılan kişi de bir medya mensubu. Yani, ‘yalan’ın yatsıya kadar bile devam etmesi mümkün değil. Hakkında ‘yalan’ bilgi verilen kişi, gerekli açıklamayı yapar ve yalancılar da açık düşer. Nitekim öyle olmuş...
Fakat, yalancılığı meslek edinenler için yalanın ortaya çıkması önemli değil. Onlar hemen yeni yalanlar uydurmaya, havayı ya da suyu bulandırmaya çalışırlar.
Peki, bu arada gazetecilerin doğru dürüst iş yapmasını temin için kurulan ve bir anlamda ‘özeleştiri’ yapması gereken meslekî dernekler, cemiyetler ve vakıflar ne iş yapar? Medyayı kasıp kavuran ‘yalan haber/bilgi’ hastalığı karşısında hangi ‘yalan haber yazan’ eleştirildi ya da kınandı?
Medya konusundaki değerlendirmeleriyle dikkat çeken Ragıp Duran da kendisiyle yapılan bir röportajda başka bir konuya dikkat çekmiş: “(...) Her darbenin medyaya ihtiyacı var. (...) (Bu tesbit/FÇ) Doğru ama eksik. Sadece darbe yapmak isteyenlerin değil, iktidarda kalmak isteyenlerin de medyaya ihtiyacı vardır. Çünkü herhangi bir siyasî hareketin, iktidarda olsun muhalefette olsun, darbeye hazırlıkta olsun, darbeye karşı koymakta olsun yapacağı büyük eylemlerde bugün gönülleri ve bilinçleri kazanması lâzım.” (Taraf, 21 Temmuz 2008)
Duran, sözlerinin devamında; medyanın mevcut iktidar odaklarına eşit uzaklıkta kalmasının zor, ama gerekli olduğuna da dikkat çekiyor.
Medya mensupları bile ‘medya’dan şikâyetçiyse, vatandaş ne yapsın?
22.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|