Çevre problemleri sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın meselesi. Hatta, ‘sanayileşmiş ülkeler’ bu konuda daha kötü durumda. Çünkü onlar, çevreyi daha erken tahrip etmiş, hatalarını ise iş işten geçtikten sonra anlayabilmişler.
Türkiye’de ise sanayileşme konusunda ‘geri’ kalındığı için, çevre de nisbeten daha az tahrip edilmiş. Bütün dünyada ‘çevreyi koruyalım’ nidaları yükselince, bu ses ülkemizde de duyulmaya başladı. Nitekim, çevreyi korumayı amaçlayan ve daha önce pek çok dünya ülkesinin imzaladığı ‘Kyoto Protokolü’ne uymaya söz vermiş bulunuyoruz.
Bir yandan bu tartışmalar yapılırken, öte yandan da enerji ihtiyacını karşılamak için yeni ‘kaynak’lar aranıyor. Bu arayışta gözler, güya boşa akan ‘dere’lerimize uzandı. Başta Karadeniz Bölgesinde olmak üzere ‘dere’ler üzerinde yüzlerce ‘santral’ yapılıyor. Haliyle bu çalışmalar da yeni tartışmalar başlattı: “Enerji için çevre feda edilsin mi, edilmesin mi?”
Türkiye’yi ‘idare eden’ler, her ne yolla olursa olsun enerjiye ihtiyaç duyulduğunu ve bunun için ne gerekirse yapılacağını ifade ediyorlar. Bu uğurda, haklı ya da haksız hiçbir teklif ya da tavsiyeyi dinleme niyetleri de yok. İşte asıl itiraz edilen nokta burası. Yaygın bir deyimde olduğu gibi, “Vur, ama önce dinle!” kuralına da uyulmuyor.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, bu tartışmalara gönderme yaparcasına, ‘’Su akarken biz bakmayacağız. ‘Su akar Türk bakar’ sözünü, ‘Su akar Türk yapar’ sözüne dönüştürüyoruz’’ demiş. (AA, 20 Temmuz 2008)
Keşke bunu yapmak, söz söylemek kadar kolay olsa! Bilhassa çocukluğumuz, Karadeniz yaylalarından başlayarak denizlere ulaşan ‘boşa akan dere’leri seyretmekle geçti. Ancak gerçekten bu dereler ‘boşuna’ mı akıyor? Dereleri ‘boşuna’ akıtmamak için illa ki çevreyi tahrip edip, ‘baraj’lar mı yapmak lâzım? ‘Boşa akıyor’ dediğimiz güzelim derelerimizi, çevreyi de tahrip etmeden daha güzel şekilde değerlendirme imkânı yok mu?
Bakınız, sosyal hadiselerde çeşitli metodlarla insanlar ‘yanıltıldığı’ gibi, bu konularda da yanıltılıyor olabilir. Meselâ ben bildim bileli petrol bitecek, dünya enerji darboğazına sürüklenecek! Ama her gün yeni imkânlar ihsan ediliyor ve insanoğlu bir anlamda ‘bindiği dalı’ kesmeye çalıştığı halde ‘enerji’ tükenmiyor. ‘Temiz ve alternatif enerji’ dediğimiz saha yatırım için insanları bekliyor. Güneş, rüzgâr ve benzeri enerji kaynaklarından daha fazla istifade etme imkânı varken, çevreyi tahrip ederek suları ‘boru’lara doldurmak şart mıdır?
İstanbul medyasının gündemine gelemese de, bu yönde bir tartışma Rize’de de yaşanıyor. Çayeli Senoz Vadisi ve İkizdere’de devam eden ‘tünel tipi HES projeleri’nin çevreye ciddî zarar verdiği uzmanlarca hatırlatılıyor. Fakat ‘yetkili’lerin bu ikazları duymaya niyeti yok. Onlar ‘Enerji için çevre feda’ demekte ısrar ediyorlar.
“Su akar, Türk yapar” derken, ‘bindiğimiz dal’ı kesmiş olmayalım?
21.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|