“Gafil! Özgelerden yardım isteme
Şahin hiç acır mı tuttuğu ava
Elması kayanın bağrından çıkar
Umma miras kalmasını bedava. ”
Muhammed İkbal
OSMANLI VE KLASİK BATI MÜZİĞİ
Osmanlı’nın özellikle son dönemlerinde sadece Türk Müziği’nin dinlenip icra edildiğini söylemek tam doğru bir tespit olmaz. Saray açısından bakılacak olursa, Osmanlı Türk Müziği kadar Batı müziğine de ciddî bir alakanın olduğunu görüyoruz. Peki bu ilgi nasıl oluşmuş, nereden kaynaklanmış derseniz kısa bir tarihçesine göz atınca bu sorunun cevabını görebiliriz sanırım.
Osmanlı’nın klasik batı müziği ile ilk karşılaşması 1553’de Fransa Kralı I. François’in Kanuni’nin yardımına teşekkür ederken bir de orkestrayı İstanbul’a göndermesiyle başlar tarihçilere göre. Kânunî ise orkestranın enstrümanlarını yaktırarak ancak müzisyenleri kıymetli hediyeler vererek Fransa’ya geri gönderir. Osmanlı Padişahları sarayda halkı eğlendirmek için Avrupa’dan topluluklar davet ederler. İngiltere kraliçesi, Sultan III. Murad’ın eşine org hediye eder. İlk opera ise Sultan III. Selim zamanında Topkapı Sarayında sahneye konuldu. 19. asrın başlarında Fransız sefiri Ferriol bir Mevlevi ayinini çok seslendirmiştir. 19. yy da Leyla Saz hanımefendinin piyano çaldığını görürüz. O devirde hanımlardan müteşekkil bir orkestra ve koroda mevcuttur. Saray haricinde Pera’daki Naum tiyatrosunda opera ve operetler sahneye konur. Hatta Sultan Abdülmecid bu tiyatronun borçlarını dahi ödemiştir. Sanatçılar çoğunlukla Ermeni Musevi, Rumdu. Türkçe ilk opera 1840 da oynandı. 1869 da Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’u üzerine Mustafa Fazıl Efendi’nin bestelediği ilk Türk Operası sahnelendi. Hatta bazı meşhur opera ve operetler henüz batıda oynanmadan önce İstanbul’da oynanırdı. Osmanlı’nın Klasik Batı Müziği ile ilk temasları bu şekilde olmuştur. Bundan sonraki gelişimini ise inşallah başka bir yazı konusu yapacağız.
TARİHTEN YAPRAKLAR...
Osmanlı ve Klasik Batı Müziği’ne kısaca göz atmaya çalıştık. Şimdi de geçmişte bir batılı meşhur müzisyenin Türk Müziği’ne nasıl baktığını tespit ve tavsiyelerini o günün şartlarında yapılan bir gazete röportajından yararlanarak orijinal haliyle sunuyorum:
GARPLI GÖZÜ İLE TÜRK MUSIKİSİ
“... Geçen ay İstanbul’a meşhur İspanyol viyolonselisti Gaspar Cassado geldi. Saray Sinemasında verdiği konser ve resitalde bütün dinleyicilerini sanat kudretinin derinliğine hayran bırakan Garp musikisinin bu hakiki üstadına samimi bir toplantıda klasik Türk musikisinden bazı eserler dinletilmiştir. Bu musiki ziyafetinden iki gün sonra kendisini Park Otel de ziyaret eden Akşam Gazetesi muharrirlerinden Hıfzı Topuz’a G. Cassado Türk Musikisi hakkında şunları söylemiştir:
“Şark Müziğini ilk defa dinlemiyorum. Bundan evvel Mısır ve Fas ‘da da konserler dinledim. İspanyol müziğinin de Şark karakteri vardır. Hepsinin kaynağı aynı olduğu halde Türk Müziği kadar maziyi canlandırma kudreti olan yoktur ve bu kadar kudretli müzik az vardır. Dün gece dinlediğim parçalar içinde bilhassa 3. Selim’in bir şarkısı vardı ki beni hüzünlü bir aleme götürdü. Kemençe taksimi fevkaladeydi. Taksimi dinlerken etrafımda her şeyin değiştiğini hissediyordum. Oda kayboldu. Bir şark, bir rüya alemine girdim. Kendimi sihirli bir atmosferde hissediyordum. ’Acaba rüyamı görüyorum ?’diye kendime sordum. Bir çölde yalnız başına yürüyor gibiydim. Türk müziği monofon olduğu halde büyük bir heyecan veriyor. En mükemmel sanatkârlarınızdan teşekkül edecek bir grubun Avrupa müzik merkezlerinde vereceği konserler Türk musikisine eşsiz bir zafer temin edecektir.
Türk Musikisinin modernleştirilmesi hakkındaki düşüncelerim ise asla dokunmamanız lazım geldiği merkezindedir. Elinizin altında fevkalade zengin bir mücevher kuyusu var. Bu kuyuyu körletmek çok yazık olur. Musikinizi modernize etmeye kalkarsanız onu mekanize edecek ve bozacaksınız. Klasik Türk Müziğine ilave edilecek her madde onun bu irreel güzelliğini temizliğini kendine has inceliğini ve berraklığını bozacaktır. ’’
Musiki Mecmuası yıl 52 sayı 464 1999 mart/bahar
SİZDEN GELENLER...
Zaman zaman sizden gelen yazılara, şiirlere düşüncelere elimizden geldiğince yer vermeye çalışıyorum. Bu katkılarınız şahsen benim için çok önemli. Müzik yazılarının içinde sizin gönlünüzden kopup gelen bu hisleri tüm okuyucularımızla paylaşmamak inanın büyük eksiklik olur. Dilerseniz onlardan birini sunmaya çalışayım. Bu yılın nisan ayında Tarsus Yeni Asya okuyucularının Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlediği programa katılmıştık. Program sonrası ayak üstü de olsa okuyucularımızla, dinleyicilerimizle sohbet etmek, konuşmak tanışmak imkânı bulmuştuk. Sağolsunlar pek çok kardeşimiz yazdığı şiirleri veriyor, bestelerini dinletiyor ya da düşüncelerini paylaşıyor bizimle. Tarsus’ta da programdan sonra yanımıza gelerek yazdığı şiirleri bizimle paylaşmak isteyen okuyucularımızdan biri de Feride Oğuz hanımefendiydi. Her ne kadar Risale-i Nurları sonradan tanımış ise de maşallah gayreti ve azmi ile pek güzel bir örnek teşkil ediyordu. Peygamber Efendimiz, Üstad hazretleri, Risale-i Nurlarla ilgili yazdığı 10 kadar şiirini bana verdi. Teşekkür ederek aldım. Değerli okuyucumuz Feride hanımın her biri birbirinden samimi duygularla yazıldığı açıkça belli olan şiirleri içinden seçtiğim “ Üstadım’a” isimli şiirini paylaşıyorum.
ÜSTADIM’A
37 yaşımda tanıdım Üstadım seni
Boşa geçmiş ömrümün en güzel seneleri
Allah’ım razı olsun beni çağıranlara
Dualar ediyorum, Risale-i Nurlara
Benim büyük Üstadım anlatıyorum seni
Tanımayan çevreme okuyorum eserini
İnşallah dolup taşsın senin dershanelerin
Beni de kabul etsin aziz talebelerin
Kolay elde etmedin Sen bu güzel davanı
Muhammed ( a. s. m) müjdeledi geleceğin zamanı
Allah yardımcımız olsun yaymak için nurları
Bediüzzaman koymuşlar senin büyük adını.
Feride Oğuz
15.07.2008
E-Posta:
alioktay@alioktay. net
|