Sen benim küçüklüğümü de bilirsin.
O zamanlar ben seni henüz yeni yeni tanıyordum: Doğan ve batan güneştin önce. Sonra uzayan ve kısalan günler ile geceler oldun. “Aaa ne kadar büyümüş” dediklerinde sana göz kırptım.
Ramazanın her yıl güneş takvimine göre daha öne gelmesi ilginçti o yaşlarda. Ama ben ona da alıştım.
Tarih ile tanışınca daha bir karmaşıklaştın. Demek ben daha tanışmadan seninle tanışanlar vardı ve şimdi yoktular.
Sabahki acılar, akşam unutuluyor ve buna “Zaman her şeyin ilâcıdır” deniyordu. Senin bir de bu yönünü, iyileştirme yönünü tanımış oldum.
“Zamanla nasıl değişiyor insan / Hangi resmime baksam ben değilim” diyordu şair ve ben senin değiştirme yönünü öğrenmiş oldum.
Giderek saatli maarif takvimlerini daha sık değiştiriyorduk sanki. Yılları gösteren o farazi sayaç, filmlerdeki gibi hızlı hızlı akıyordu. Eski Türk filmlerinde bir anda büyüyüveren çocuklar, bir anda yaşlanıveren büyükler gibiydik.
Kucağımıza alıp sevdiğimiz bebeklerle fikir tartışmaları içine giriyor, bilmediğimizi onlara soruyorduk.
Kaldırımlara kazınmış tarihlere bakıp, o gün neler yaptığımızı düşünüyorduk.
Bir köşede unutulmuş eski mektuplar, evin kullanmadığımız yerlerine saklanmış fotoğraflar vardı, konusu “Bir zamanlar ben” olan.
Doğan ve batan güneşten de, uzayıp kısalan gün ve geceden de çok fazla bir şeydin artık.
Yılın her gününde, havanın her sıcaklığında, günün her uzunluk ve kısalığında yaşanmış Ramazanlar vardı.
Şimdi sadece arkama bakmıyorum. Bana neler getireceksin diye de bakıyorum. Biliyorum aslında senin varlığın bizim zaafımızın sonucu. Bir yönüyle dünyanın, diğer yönüyle benim fanîliğimin. Ve biliyorum aslında sen ne getiriyorsun, ne de götürüyorsun.
Ama bazen suçu sana atmak da, bazen senden tedavi beklemek de, o seni henüz tam olarak tanıyamamış benim zaaflarımdan.
Ve biliyorsun aslında ben daha büyümedim.
14.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|