Bu hafta sonu İzmir’in geleneksel pikniğine Tire’li ağabeylerimiz ile gitmek üzere o şirin ilçede buluştuk. Bir gün öncesinde yapılan derste farklı farklı her yaştan hizmet erbabının aktif, dinamik ve hizmet aşkı ile çarpan kalplerinin cevvalliği aynen devam ediyordu. Genel olarak zihinlerde ortaya çıkan yeni tabloların memleketimiz ve insanlık genelinde oluşturduğu korku tablosuna nasıl ne tarz çözümler ortaya konulması gerektiğine yönelik arayışlar hizmet aşkı ile yanan gönüllerin gündeminde birinci sıradaydı.
Modern dünya insanları özellikle manevî değerler açısından büyük ölçüde dejenere etti ve maddenin, paranın ve ekonomik kaygıların ön plana çıkarıldığı varlık anlayışı ruhsuz ve duygusuz topluluklar oluşturdu. Nübüvvetin maddî ve manevî âlemleri bir arada gözeten bakışı yerine felsefenin benlik ve maddî âlem üzerinde şekillenmiş bakış açısı hakim olunca zulümlerin, bencilliklerin, “Ben tok olayım...”, “Bana dokunmayan yılan...” anlayışlarının zemini olan bir dünyada kendimizi bulduk. Hiç kimse bu durumdan memnun değil. Stres, huzursuzluk, sıkıntılar ve yalnızlıklar içinde bocalayan insanlar bunların sebeplerinden bihaber olunca varlık âleminin acımasız çarkları arasında kemikleri çatırdarcasına eziliyorlar ve tabiat bataklığında çırpınıp duruyorlar. Sınırlı bakışlarının, dar akıllarının ürünü olan çözüm yolları hep beni merkeze alıyor. Üstün ırk, neslin ıslâh edilmesi, teknoloji ile tabiata hükmetme, moda, bütün mesainin yeme, içme, giyim ve kuşam üzerinde yoğunlaşması hep bu anlamsız arayışlarının bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Kendi ırkını üstün görme ve üstün insan genleri ile daha seçkin bir insan ırkı oluşturma arayışları insanoğlunun haddini bilmemesinin ve acz ve fakrına bakmadan varlığa hükmedebileceği vehmine kapılmasının bir sonucudur.
İnsan vücudunun işleyişinde biyolojik ve sosyal faktörlerin etkisiyle psikolojik sonucu doğurduğu kabul edilmektedir. Aslında sosyal faktörlerin içinde ele alınması gereken çok sayıda çevre faktörü de psikoloji üzerinde etki etmektedir. Beslenme, çevreden gelen koku ve ışıklar, karşılaşılan insanların yüz ifadeleri, kulağımıza ulaşan seslerden başlayan ve uzaydan dünyaya ulaşan yıldızların ışıkları ve nötrinolara kadar bir dizi faktör bedenimiz ve psikolojimiz üzerinde etkili olmalıdır. Sonra görünen âlemin ötesinde görme sınırlarımız ve algılarımızın ötesinde hayal, misal ve ruhlar âlemi gibi pek çok farklı varlık boyutunun günlük yaşantımız, bedenî fonksiyonlarımız ve psikolojimiz üzerinde şu an bilemediğimiz ve tesbit edemediğimiz etkileri var olmalı. İnsan ve onun psikolojisinin tarifi yapılırken bütün bu faktörler dikkate alınmalı ve problemlere çözüm arayışı içine girilirken kâinat insan bütünlüğü göz ardı edilmemelidir. Bilimsellik ve pozitivizm adına inkâr edilen bazı şeyler insan ve dolayısı ile hastalıklarının tanımını çok sınırlı bir varlık alanına hapsetmekte sığlaştırmaktadır.
Bazı zamanlarda yaşadığımız sebepsiz korku halleri aslında manevî oryantasyonun bozukluğundan kaynaklanıyor olmalıdır. Bu hal zaman içinde hastalık boyutuna ulaşabilir ve hayatımızı katlanması çok zor bir imtihan haline dahi dönüştürebilir. Kalp atışlarımız, belirli dış uyarılara cevap olarak kan damarlarındaki değişiklikler, utanınca cildimizin kızarması gibi durumlar isteğimizin anında da kalp atışlarımızın hızlanması, benzimizin atması, nefes alıp verme sıklığının artması ve kalbimizin yerinden çıkacak gibi olması bizim kontrolümüz dışında istemsiz işleyen sinir sisteminin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkar. Dışarıdan bir uyarı ya da korkutacak bir sebep varken bu gayet fıtrî ve bedenin normal işleyişinden kaynaklanmaktadır. Ancak bazen dışarıdan bu durumu oluşturacak herhangi bir sebep yokken bu sonuçlar ruh âleminde ve psikolojik boyutta yaşanır. Kişi karşısında korkunç bir köpek varken hissettiği ve yaşadığı bedenî değişiklikleri, böyle bir uyarıcı sebep yokken yaşar. Şuur planında da bunu izah edecek bir sebep bulamaz. Sanki iç âleminde korku sebebiyle oluşan olaylar zincirini başlatan bir düğme vardır ve zaman zaman bu düğmeye içeriden böyle bir sebep olmaksızın basılmaktadır.
Korkunun çoğunlukla kaynağı güvensizlik ve yalnızlıktır. Fıtratının derinliklerinde acz ve fakr hep var olan insan, doğduğu andan itibaren bir himayeye muhtaçtır. Yalnızlığa müsait olmayan fıtratı hep bir sığınak arayışı içindedir. Bu ana rahminden şehirleri dolduran gökdelenler şeklindeki barınaklara kadar uzanan farklı şekillerde tezahür eder. Doğduğunda ağlayan çocuk bir ölçüde ana rahminin güvenli ortamından çıkmanın sıkıntısını dile getirmektedir. Evinden, memleketinden uzaklarda insanın hissettiği tedirginlik ve huzursuzluk aynı refleksin uzantısı olmalıdır.
Aslında her ruh, ruhlar âleminden şehadet âlemine gelmişliğinden dolayı özünde bu sıkıntıyı vatanından uzaklık duygusu barındırmaktadır. Hele dünyada aslî özelliklerini ve gerçek vatanını unutup orada kulluk sözü verdiği Rabb-ı Kerim’in mutlak şefkatini ve her an yanında olduğunu hissedecek ruh halinden uzaklaşmışsa ruh boyutundaki tedirginlik daha fazla olacaktır. Elest meclisinde verilen sözlerin muhakkak ruhumuzun derinlerinde bir yerlerde yansımaları ve izleri olmalıdır. Bu yüzden belki de zaman zaman efendisinden kaçmış köle ruh halini yaşıyoruz. Başıboş algıladığımız varlık âlemi içinde kendimizi güvensiz ve yalnız hissediyoruz. Vehimler üzerine bina edilmiş varlık algısı, bizi akıl almaz ölçüde korkutuyor ama bu korkularımızdan da kaçış halindeyiz. Bu da bizleri çözümsüzlükler yumağı olan bir kısır döngüye itiyor. Gece yatağınızdan bir tıkırtıyla uyanıp pencerede bir gölgenin hareket ettiğini gördüğünüzde yapılacak en doğru şey bu olayın aslını anlamaya çalışmak olacaktır. Bu gölgenin bir hayalet ya da hırsız olduğu vehmi ile yorgana gömülüp sabahı, korku ve kan ter içinde etmek, sabah havanın aydınlanması ile üstteki komşunun balkona astığı çarşaf yüzünden geceyi kendimize büyük bir azaba çevirmemiz sonucunu doğurabilir. Oysa ışığı yakıp da olan biteni anlamaya çalışmak bütün kâbusun beş dakika sonra rahat yatağında uyku şekline dönüşmesi olabilirdi. Varlık âleminin karanlığı içinde bizleri korkutan çarşaflardan kurtulmanın tek yolu iman nuru ile eşyanın hakikatini anlamaya çalışmak olmalıdır.
14.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|