Tesettür konusunda eşsiz bir hukuk mücadelesi:
Eskişehir Mahkeme müdafaası
Bediüzzaman Hazretlerinin kaleme aldığı Tesettür Risâlesini, “paket okuma programı” tarzında Eskişehir Mahkemesi Savunmaları ile birlikte değerlendirmekte büyük faydalar var. Zira, Bediüzzaman Hazretleri bu “kısacık” risâleciğin, bir cümlesi yüzünden mahkûm oluyor.
Onun “Kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcub eylemiş” (Sözler, Lemeât, s. 1182, Yeni Asya Neşriyat, 2005) cümlesiyle değerlendirdiği bu Mahkemenin safhaları, bir yönüyle günümüzde çok tartıştığımız “yargının siyasallaşması” meselesine ilginç bir örnek olarak yakın tarihin sayfaları arasında yer almakta.
Evet, 1935’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, Bediüzzaman Hazretlerine hukukî bir suç isnat edilememesine rağmen, Tesettür Risâlesi bahanesiyle, ancak “kanaat-i vicdaniye”ye dayanarak 11 ay hapis ve Kastamonu’da “mecburî ikamet” cezası verdi. 15 talebesini de altışar ay hapisle cezalandırdı.
“Âyet-i kerime tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmemiştir; elbette ve elbette büyük bir adlî hatadır” sunumuyla Tarihçe-i Hayat’ın sayfaları arasında yer alan savunmanın hukukçular tarafından tahlil edilmesi de başka yazı çalışmalarının konusu olsa gerek.
SUSMA!
Temyiz Mahkemesinden dâvâya tasdik geldiği takdirde, Bakanlar Kuruluna, Millet Meclisine, İçişleri Bakanlığına ve Adliye Bakanlığına verilmek üzere yazdığı yazıda yer alan “Eğer bu haklı derdimi ve ehemmiyetli hakkımı bu mercîlere dinlettiremezsem, bu hayata veda etmek bana vacib olur. Çünkü sükûtumla şahsî bir hakkımla beraber, binler muhterem hukuk zayi olur” sözleri de onun bu konuya verdiği ehemmiyetin derecesini gösterir.
“Hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri, cinayetle ittiham ediyorum. Böyle canilerin keyiflerini elbette Hükümet-i Cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder” cümleleri de mevcut hukuk sistemine sonuna kadar itimat etmesinin delilleri hükmündedir.
Evet Bediüzzaman Hazretlerinin Eskişehir Mahkemesindeki savunmaları onun tesettür konusundaki hukuk mücadelesinin eşsiz bir örneğidir.
Günümüzde kimilerinin başörtüsü yasağı karşısındaki suskun “Ne yapalım hakkımızda hayırlısı böyleymiş” tavrına da bir cevaptır!
SEFİH MEDENİYETİN "GİZLİ"
TESETTÜR MUHALEFETİ
Tesettür Risâlesinde örtünmenin kadın için fıtrî ihtiyaç olduğu gerçeği genel bir tablo içinde ele alınır. Tesettür emrine riâyet, risâleciğin en başında verilen Ahzab Sûresindeki ölçüyle başörtüsü ile taçlanmalıdır. Bununla birlikte çok geniş bir emir olan tesettürü, sadece başörtüsünden ibaret görmek eksik bir anlayıştır.
Âyet ve hadislerde tesettür emri, kadının konuşma üslûbunu, taktığı zinetleri, sürdüğü kokuları, giydiği kıyafetin geniş ya da dar olmasını, şeffaflığını… detaylandırıp, sınırlayarak kadını şefkatle merhametle kucaklar.
Sefih medeniyetin istemediği kadın modelidir bu.
Zira, gönlünde iman hakikatlerinin taht kurduğu inanan bir kadın, sefih medeniyetin hükümdarlığını temelinden sarsar. Nasıl mı?
Kanaat, iktisat ve şükür hazineleri onu israftan men ettiğinden zarurî ihtiyacından fazlasını tüketmez. “Helâl daire keyfe kâfîdir. Harama girmeye gerek yoktur!” düsturuyla hareket eder.
Böyle bir kadın modeli, dişiliğini değil, kişiliğini ön plana aldığından eğlence âlemlerinin mezesi olmaz! Dans partilerine gitmez, içki içmez…
Moda, reklâm, kozmetik, eğlence gibi sektörlerle beslenen tüketim ekonomisi için bu modelden daha tehlikelisi olabilir mi?
İşte bunun için sefih medeniyet türlü çeşit yöntemlerle tesettüre kimi zaman açıkca, kimi zaman gizliden muhalefet eder!
Açıkça muhalefetini zaten yıllardır artık bunaltacak derecede yaşamaktayız. Peki gizliden muhalefeti nasıl ola ki?
"İKNA" METOTLARI
Sefih medeniyetin tesettüre karşı gizli muhalefetinin etkilerini özellikle dindar çevrelerde son zamanlarda her zamankinden daha acıklı bir şekilde müşahede etmek mümkündür.
“Tersine dünya” dedirtircesine Cumhurbaşkanı, Başbakan, çoğu milletvekili eşlerinin başörtülü olduğu bir zamanda bu “ikna metotları”nın yaygınlaştırılması müdekkik gözlere kaderin bir işareti olsa gerek!
FARKIN YOK!
Para ve iktidar hırsı çoğu insanı değiştirir. Kadını da… Hayata bakışını, dolayısıyla dost çevresini, giyimini, takılarını, tatil anlayışını…
Her şeye, hatta başörtüsü yasağına rağmen “Ekonomik özgürlük” kazanma ve “Akademik kariyer” yapma, “istikbalini garantiye alma” çabaları her zamankinden ziyadedir. Modaya uymalı, marka giymelidir. Tesettür defileleri ile giyim tarzı yenilenmelidir… Zengin kozmetik malzemeleri ve asgarî ücrete denk fiyatlı başörtülerle bu yeni giyim modelleri desteklenmelidir.
Başörtülüler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı değillerdir ki. O yüzden adeta “kör gözüne” dercesine teşhir edilir sahip olunanlar!
Televizyon programlarında sunuculara tempo tutan, pop san'atçılarına ve spor karşılaşmalarına tezahürat yapan başörtülüler de başka bir tarzda “Benim sizden bir farkım yok!” düşüncesinin ibretli misâllerini oluşturmaktadır.
Oysa hakikatte aradaki mesafe o kadar derindir ki…
İLİM UĞRUNA!
“İlim öğrenmek farzdır. Başörtüsü engelse açılabilir”
İkna metotlarından bir tanesi de budur! Kimi hocalar, din âlimleri de vakti zamanında “İlim asıldır. Başörtüsü füruâttır” diyerek bu konuda fetva vermişlerdi, veriyorlar.
Oysa ki, üniversite tahsili ilim öğrenmenin tek yolu değil, yollarından sadece bir tanesidir.
DAHA İYİ HİZMET İÇİN!
“Üniversiteyi bitirip, önemli yerlere gelmeliyiz. O zaman bizden sonrakilerin işini kolaylaştırırız. Bizim gibi insanların sayısı artmalı” düşüncesiyle ikna edilenlerin bunca yıldır neyi başardıkları ortada. Taviz tavizi getiriyor ve parmağını gösteren kolunu feda etmek zorunda kalıyor!
AİLE BASKISI
Bütün bu ikna metotlarında, anne babaların evlâtlarına yaptıkları baskı öylesine yaygındır ki, hiç ummadığınız kimi dindar ebeveynler bile uygular! Evlâtlarını, kendi hayatlarının sigortası olarak gördüklerinden mi böyle yaparlar bilinmez.
Hanımlar Rehberi’nde Bediüzzaman’ın şefkatini sûiistimal eden anne misalini hatırlarsak, maksadının aksiyle tokat yemeyi netice veren acı bir tercihtir bu! Zira, anne malını mülkünü evlâdının eğitimi için feda eder. Evlât okur, ama dinî değerler ön plana alınmadığı için, annesine dünyada rahat yüzü göstermez. Gereken hürmeti ve muhabbeti de esirger. Ya ahirette rahat verir mi?
Evet, şeytan her zaman soldan yaklaşmıyor ki. Bazen de sağdan yaklaşıyor. Nefis de aldatıyor! Hz. Yusuf’un (as) yaptığı duâya çok muhtacız: “Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder. Rabbim rahmet ederse o başka!” (Yusuf Sûresi, 53.)
***
Yukarıdaki “ikna metotları” ile ilgili tesbitlerin büyük bir bölümü konuyu beraberce mütalâa ettiğimiz bir grup genç kızla sohbet esnasında, onların katılımıyla ortaya çıktı. Sade, vakur ve mütevazi idiler. Başörtüsü yasağına rağmen üniversiteye gitmeleri için ikna edilememişlerdi (!) Rengârenk gösterişli marka başörtüleri, parmaklarının yarısını örten kocaman renkli taşlarla bezeli yüzükleri, makyajları yoktu. “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna. Umurunda mı dünya!” misâli kaşları gözleriyle de oynamamışlardı. Buna rağmen iman hakikatleriyle gönülden meşgul olmanın getirdiği bir ferâset ve basiretle öyle tahliller yaptılar ki, kimi yetişkin üniversiteliler halt etmiş!
NETİCE-İ KELÂM
Ölüm ve ölüm sonrası hayatın unutturulmaya, arka planlara itilmeye çalışıldığı bir çağın insanlarıyız. Mânevî fırtınaların çok farklı isimlerde, renklerde, cazip ambalajlarla sunulduğu bu asırda Allah’a inandığı, ahirete iman ettiği halde bilerek ve severek dünyayı tercih etme tehlikesi hepimizin başına açılmış. Anlık lezzetlere hazlara aşık, neticeyi görmeyen kör hissiyâtımız yeri geldiğinde hazır bir dirhem zehirli balı, ilerdeki sınırsız lezzetlerden üstün gösterebiliyor. Bizi aldatabiliyor.
Böyle anaforların yaşandığı günümüz şartlarında savrulmamak için İlâhî emirlere ciddiyetle sımsıkı sarılmak gerekiyor.
Ve gençler, hiçbir baskıya boyun eğmeyen pırıl pırıl gençler, hayat tarzı olarak seçtikleri tesettürleriyle, başörtüleriyle daha güzel bir istikbali müjdeliyorlar bizlere.
13.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|