“Haksızlığın önünde eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. ” Hz. Ali (r. a)
Geçen hafta Cuma namazını bazı müzisyen dostlarla birlikte Fatih'te küçük bir camide kıldık. İç ezanı okuyan müezzin efendinin ardından namaza dururken kameti okuyan hafız ve ses san'atçısı kardeşim Murat Necipoğlu’nun güzel sesleri o küçük camiyi çınlatıyor, birazdan kılacağımız namazı şevkle karşılamamıza vesile oluyordu. Namazı kıldık. Ayak üstü konuşurken Murat "Abi, ... Müziği Topluluğunun açtığı sınava girdim. Yalnız bir kişi alacaklardı.’’ dedi. "Şartları neydi" “Hafız olmak, iyi bir ses ve müzik bilgisine sahip bulunmakdı." dedi. "Kazanmışsındır sınavı “dedim. “Yok abi. Demin iç ezanı okuyan bu kardeşimiz kazandı" dedi. İkisini de tebrik ettim, hayırlı olmasını temenni ettim. Aklıma Osmanlı zamanında sınavla alınan memurlar ve özellikle müzik ve müezzinler sınıfında aradıkları şartlar ve uygulama geldi.
Osmanlı’nın son zamanları, 1900’lü yılların başı. Hükümet memur statüsünde müzik adamı ve san'atkârlarla ilgili bir kanun düzenlemektedir. Bazı ilginç bulduğum maddeleri aşağıya aldım. Meselâ Müezzinler Sınıfı için devlet, bu kişilerin güzel ahlâka, hoş ve geniş bir sese sahip olmalarını ve hâfızı-ı Kur’ân olmalarını şart koşuyor. 30. maddedeki sıkıntının hâlâ devam ettiğini görmekte enteresan geldi doğrusu bana. Şöyle ki hâlâ memur statüsündeki san'atçıların özel olarak konser vermeleri izinsiz olduğu takdirde bir problem teşkil ediyor. Ya şefin görmezden gelmesi ya da hakikaten görmemesi gerekiyor ki sıkıntı yaşanmasın. Demek bu uygulama o zamanlardan kalma bir tavır. Neyse bazı maddeleri dikkatinize sunuyorum.
Kavanin ve Nizamat-ı Mûsika-i Humayun
ve Hademe-i Şahane Nizamnamesi
Madde 1. Hüsn-ü ahlâk sahibi olduğu usulen musaddak bulunmak ve ilel ve emrazdan salim olduğu bilmuayene tebeyyün etmek şartıyla mûsika-i humayuna duhul için talib olanların sureti tebrikleri ve münhalata kayd ve kabulleri işbu nizamname mucibince icra olunur.
Madde 2. Mûsika-i Humayun şubesi beşinci sınıfdan başlamak üzere beş sınıfdır.
Madde 17. Müezzinan-ı Şehriyari Şubesi. Müezzinanı Şehriyari silkine duhule talib olanların Hafızı Kur’ân-ı Kerim olmaları ve erbabı salahdan bulunmaları ve lâtif ve vüsatli sadaya malik ve bir dereceye kadar mûsikiye vakıf olmaları ve sınıfı ihtiyata nakl edilmiş bulunmaları ve teşekkülatı bedeniyece ilel ve emrazdan ve kusurdan salim olmaları şarttır.
Madde 18. Madde-i sabıkadaki şeraiti haiz olanlardan vücuhu kıraate vakıf olanlar tercih olunur.
Madde 30. Mûsikayı humayun ve ince saz takımına mensub efendiler sıfat ve haysiyetle-rine ve vazifelerine halel getirmemek ve kumandanlıkdan mezuniyet almak şartıyla hariçte sivil olarak konser i’ta ve konserlere iştirak ve tedrisat icra edebilirler.
Bir şarkının hikâyesi…
Selahattin Pınar ve “Gecenin Matemi’’.
Selahattin Pınar’ın babası Sadık Bey, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ındadır. Milletvekili ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesinde hocadır. Bir gün ona sormuşlar. Oğlunuz Selahattin Bey (Pınar) nasıl?
‘’Selahattin çalgıcı oldu’ cevabını vermiş. Bunu duyan Selahattin Pınar tepki göstermiş.
‘‘Rica ederim beybabacığım. Ben çalgıcı değil san'atçıyım. ’’
Babasının cevabı
‘’Hadi oradan. ’’
Selahattin Pınar:
‘’Beybabacığım birgün siz benim adımla anılmaya başlayacaksınız. Herkes sizi Selahattin Pınar’ın babası olarak hatırlayacak. ’’
Ve kopuş o kopuş. Hiç konuşmamışlar bir daha. Dargın öldüler.
Seneler sonra bir akşam Selahattin Pınar’la kardeşi beraberlerken kapı çalınır. Gelen kişi:
—”Beybabanız…” Sözün gerisini getiremez, gözleri yaşarır. İki kardeş babalarının öldüğünü anlar.
Selahattin Pınar kardeşine,
“Hüsamettin sen kal. Böyle bir gecede yanımda sadece seni istiyorum’’. Sabaha kadar karşılıklı ağlaşırlar. Ve gün ağarırken işte bu hüzzam şarkı doğar:
“Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım.
Gittin artık seni ben nerde bulup, ağlayayım?
Şimdi ben tıpkı şifasız kanayan bir yarayım,
Gittin artık seni ben nerde bulup, ağlayayım?”
22.07.2008
E-Posta:
alioktay@alioktay. net
|