Güneydoğu'dan Karadeniz'e -1- (GEZİ)
‘Okuma programları’ mevsimi
Okuma programı kavramı, Risâle-i Nur hareketiyle birlikte ortaya çıkmış özel bir kavramdır. Belli bir program dahilinde, daha çok satırlarla muhatap olmak, birlikte okuma ve anlama antrenmanlarının yapıldığı, aynı zamanda arkadaşlık ilişkilerinin geliştiği sosyal, kültürel faaliyetler içeren bir hayat alanının adıdır. Özellikle son zamanlarda neredeyse okuma programı turizmi gibi bir sektör bile gelişiyor.
Biz de çocuklarım ve eşimle birlikte, 11 günlük bir Rize programının organizasyonu içinde buluyoruz kendimizi.
Yıl boyu, aksatmadan devam ettirmeye çalıştığımız Pazar sohbetimizi, bir kapanış programıyla tamamlamak istiyoruz. Pazar akşamları sohbetimizi yapıp, ikramımızı da değerlendirdikten sonra, halı saha maçlarımız oluyordu. Dönemin başında 7-8 kişiyle başlayan grup sohbetlerimiz, dönemin ortalarında 30 kişiye kadar ulaştı. Hatta bu rakama ulaştıktan sonra karşı takım aramaya ihtiyaç da kalmadı. Her iki takımı da kendi arkadaş grubumuz içinden seçiyorduk. Tabiî burada bize yardımcı olan üniversiteli gençlerimizi hatırlatmadan geçmeyelim.
Diğer taraftan eşimin liseli genç kızlar ile üniversiteli kızlardan oluşan bir kitap okuma grubu vardı. Erkek öğrencilerin kitap okuma grup başkanı olarak Yaşar ailesini (Sebahattin-Yasemin Yaşar), kız öğrencilerin grup başkanı olarak, Çakır ailesini (Fahriye ve Şemsettin Çakır) ağabeyler, seçiliyor.
Karadeniz okuma programı için iki tane transit minibüs ayarlıyoruz. Araçlar, uzun yollara müsait tasarlanmış. 11 günlük bir Rize-Hemşin okuma programı, bu işin bir serüvene dönüşüyor olduğunu gösteriyordu. Tabiî Doğu Karadeniz’in heyecanını duyuyorduk içimizde.
Rize Hemşin’de okuma programına gidiyoruz. Sabah namazını müteakip yola çıkıyoruz. Grubun üyeleri içerisinde ilk kez görüşenler de var.
Doğrusu nasıl bir program gerçekleştirileceği konusunda ‘acaba’lar taşıyorduk. Ama, ‘biz bize düşeni yapalım, gerisi Cenâb-ı Hakka aittir’ yaklaşımı içerisinde olarak adımlarımızı atıyoruz.
Her seyahatte olduğu gibi, adını sonradan koyacağımız ‘medrese-i seyyare’lerimize biniyoruz. ‘Ayet’el kürsi’lerimizi okuyor ve Cenâb-ı Rabb’ü-l Âleminden hayırlar, güzellikler dileğiyle yola revan oluyoruz.
Mekân değiştikçe anlamlar çeşitleniyor
Okuma programlarının farklı şehirlerde olması programı daha cazip kılıyor. Okunan satırların okunduğu mekâna göre açılan mânâlarının farklı oluşunu insan programa katılınca anlıyor.
Yaz sıcaklarının 40-50 derecelere ulaştığı Urfa’dan, hemen hemen her sabah yağmur çisiltileri içerisinde uyanılan bir mekâna Rize Hemşin’e gidiyoruz. Anlıyoruz ki, satırları anlamanın içinde yaşanılan iklimle alâkası yok değil.
Uğrayacağımız şehirleri öğrencilerimizden pek çoğu görmemiş. Sadece öğrenciler değil, Artvin, Rize, Giresun, Ordu gibi bizim de görmediğimiz iller var. Programımızı cazip kılan hususlardan birisi de bu.
Önce karşımıza Diyarbakır çıkıyor.
Orada yaşayanlara, orada defnedilmişlere duâlarımızı ettikten sonra, biraz şöyle bir Diyarbakır üzerine lâflamalarımızı yaptıktan sonra, ‘olur’umuzu alıp, yolculuğumuza durmadan devam ediyoruz.
Güneydoğudan, Doğu şehirlerimize doğru gidiyoruz. Diyarbakır’ı geçtikten sonra Bingöl’e yaklaştıkça hava değişimine şahit oluyoruz. Yol boyu açmış rengârenk çiçekler bizi karşılıyor. Gençlere şunu söylüyorum; ‘siz imanlı gençler buradan geçeceksiniz diye Cenâb-ı Hak, yolları çiçeklerle süslendirmiş.’ Yol kenarlarındaki yemyeşil çimen ve otlar gözümüzü daha bir tatlı okşuyor.
Ülkemizde aynı anda pek çok mevsim özelliği yaşanıyor. İnsan her yeri yaşadığı yerin iklimi gibi düşünüyor. Ama öyle olmadığı oradan uzaklaşınca anlaşılıyor.
Bingöl’den önce Genç ilçesi karşılıyor bizi. İçimizdeki yeşil isteğine dayanamayarak Genç’te yol kenarına biraz iniyoruz. Yemyeşil tarlalarda biraz zaman geçiriyoruz.
ihtar-ı İlâhî’nin bir farklı tezahürü: Kene
Burada son zamanların en fazla konuşulan Medyatik böceği kene ile karşılaşıyoruz. Omuzumuza kadar çıkmış bir kene ile karşılaşıyoruz. Hatırımıza, omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş olarak tanımlanan hizmetimiz geliyor. Yani kene de omuzumuza kadar gelmişse, yine kontrol dışı değil, ihtar-ı İlâhî olarak gelmiştir dedik ve kenenin üzerinde yazılı olan mesajları okumaya çalıştık. Bingöl’e bu düşünceler içerisinde giriyoruz. Burada Bingöl’lüler bize nefis bir çay ikramı yapıyorlar. Onlara teşekkürlerimizi iletip Erzurum’un yollarına düşüyoruz.
Yollar dağ çiçekleriyle dolu. Sapsarı, bembeyaz, kıpkırmızı çiçekler adeta kupkuru bir şehirden gelen insanlara dâvetler çıkarıyorlardı. Biz de onların dâvetlerine icabet ederek sık sık minibüsümüzden inip, onlarla kucaklaşıyoruz. Yol boyu bizimle birlikte akan akarsular daha bir anlam katıyor yürüyüşümüze.
Şehir yabancıydı ama Nur talebeleri tanıdık
On beş yıl önce ayrıldığımız üniversite şehrimizi büyük bir özlemle çekiyoruz. Kilometrelerin hemen bitmesini istiyoruz. Bizi hayata hazırlayan şehir olarak yaşadık Erzurum’u. Erzurum bizim için oldukça anlamlı idi. Nur kahramanlarıyla ilk kez burada tanışmıştık. Bir baba gibi bizi her sabah namazlara kaldıran Gürbüz Ağabey, bir kardeş sıcaklığını içinde taşıyan davranışlarıyla nurlu insanlarla ilk kez burada tanışmıştık.
Birkaç gün öncesinden telefonla görüştüğümüz Gürbüz Ağabey ve Dr. Ömer kardeşimizle tekrar haberleşiyoruz. Erzurum’da ilk durağımız Çifte Minareli Medrese oluyor. Çifte Minareli Medresede tarihle yüzleşiyoruz. Tarihin şehre dokunuşu, insanlara dokunuşu ancak böyle mekânlarda hissediliyor. Medrese içerisinde Ermeni mezalimini anlatan yazı ve fotoğraf sergisi açılmış. Sergideki fotoğraflar şehrin nasıl bir kimliğinin bulunduğunu, nasıl bir geçmişe sahip olduğunu adeta haykırıyor.
Aynı duygular içerisinde Erzurum kalesine geçiyoruz. Kale içerisinde kazılar yapılmış, halen de devam ediyor.
Gençler Erzurum’dan çok etkilenmişler. İlk kez bir araya gelen genç grup yavaş yavaş birbiriyle daha farklı konuşmaya, arkadaşlığa başlıyor.
İnsan yaşadığı şehirden uzaklaştıkça o şehrin izlerine daha bir ilgi duymaya başlıyor. Urfa’da yaşayan gençler kendi şehirlerinden uzaklaştıkça, adeta birbirleriyle kenetleniyor. İkili üçlü guruplar halinde hatıra resimleri çektiriyorlar.
Öğrencilik yıllarımıza dört yıl boyunca çıkamadığımız Erzurum Kalesindeki kuleye, aradan 15 yıl geçtikten sonra misafir olarak gelince çıkıyoruz. Kale kulesinden şehrin görüntüsü muhteşem. Maddeten yukarı basamakların görüntülerinin farklılığı burada daha bir belirgin.
Risâle-i Nur eğitir
Erzurum’da bir akşam kalıyoruz. Risâle-i Nur’larla haftada bir gün Pazar akşamları tanışan bu gençlerimiz Erzurum’da oldukça etkilendikleri bir hareketle karşılaştılar. Çoğunluğu lise öğrencilerinden oluşan gençlerimiz, risâlelerin yaşayan modelini burada gördüler. Kendi yaşadıkları şehirden uzakta farklı bir şehre gelmişlerdi ama bu yabancı şehirde yabancılık çekmiyorlardı.
Bir gurupla biz, yakın geçmişe kadar yıllarca Yeni Asya’nın Erzurum temsilciliğini yapmış olan Gürbüz ve Yılmaz Ağabeylerin mekânına devam ediyoruz.
Burası Tortum yolu üzerinde bir kasaba. Şenyurt kasabası. Tortum yolundan epey bir tırmanma sonucu kasabaya ulaşıyoruz. Sonunda kalacağımız mekâna ulaşıyoruz. Şenyurt’ta yine tanıdık bir isim bizi karşılıyor: Barla apartmanı. Artık her şehirde Barla isimleriyle, Nurs isimleriyle karşılaşmak mümkün.
Şenyurt, risâle okuyucuları bekliyor
Şenyurt beldesinde bir okuma programı düzenlenmiş. Aynı zamanda yeni okuma programları için insanlara dâvette bulunuluyor. Bundan sonrası okuyuculara kalıyor. Okuma programı deyince hep lise, üniversite öğrencileri değil, büyükler okuma programları da uygulanıyor. Neticede risâle okumalarına, çocukların, gençlerin, büyük bayların, bayanların ihtiyacı bulunuyor.
Burada su sesi ile kuş sesi, bir küçük kendi çapında mûsikî topluluğu oluşturmuş gibi seslendirmelere devam ediyor.
Nurcular ihtiyarlamıyor sadece yaşlanıyorlar Üniversite öğrencilik yıllarımızda bize ağabeylik yapan Gürbüz Ağabey, yıllar önce nasıl bir dinamik içerisinde idiyse, şimdi ondan çok geri değil. Hemen hatırımdan şu cümle geçiyor. Nurcular ihtiyarlamıyor. Sadece yaşlanıyor. Bu ne demektir. Evet zaman geçiyor, insan yaşlanıyor ama ihtiyarlamıyor. İhtiyarlamayı maddeten ve manen çökme hali olarak algılıyorum.
Yeni hatıralar kaydetmiş olmanın mutluluğu içerisinde ayrılıyoruz Erzurum’dan ve Şenyurt’tan. Gürbüz Ağabey ve Yılmaz Ağabeyle bir kez daha kucaklaşıp, duâlaşıp, tokalaşıp ayrılıyoruz bu güzel insanlardan. Kim bilir bir daha ki görüşmemiz nerede ve ne şartlarda gerçekleşecek? Durum onu gösteriyor ki, onlar ve biz nurlarda berdevam ettikçe, nurlu mekânlarda dünyevî ve uhrevî görüşmelerimiz devam edecek inşallah.
—DEVAM EDECEK—
|