Galiba hem Amerikalılar hem de İranlılar dostlarını düşmanlarını şaşırdılar. Ya da yeni konseptte kartlarını yeniden karıyor ve dost ve düşman saflarını yeniden belirliyorlar. Zaten İsrail, İngiltere ve buna mumasil bazı ülkeler hariç ABD’nin dost ve düşmanları 10 yılda bir yeniden taayyün ediyor. ABD’nin daimi dostlarının yanında konjonktürel düşmanları var. Bunu ilk söyleyenlerden birisi bir İngiliz devlet adamıdır. Sonra Wilson Churchill’e de mal edilmiştir: “İngiltere’nin daimi dostları ve düşmanları yoktur. Daimi çıkarları vardır...”
Şimdi galiba 30 yıl sonra ABD ile İran arasında kartlar yeniden karılıyor. Buna göre, düşman tasnifi yeniden değişmiş oluyor. Zaten AFP ‘Rice confirms shift in US policy’ başlıklı haberinde bunun ipuçlarını veriyor. Bu beklenmedik ve mukaddimesiz yakınlaşma ile alakalı olarak bir gazetecinin hayretengiz sualine karşı Condoleezza Rice şu tespiti yapıyor: “The United States doesn’t have any permanent enemies’ yani ABD’nin ebedi düşmanları yoktur. Ebedi yani körü körüne düşmanlık aslında insan fıtratının kaldırabileceği bir hamule değildir. Düşmanlık geçici, dostluk ise kalıcı statüdür. İslâmın uluslararası ilişkiler kuramı da Vehbe Zuheyli’ye göre bu anlayışa göre müessestir. Ona göre, Hudeybiye’de Mekkelilerle 10 yıllığına yapılan mütarake, mütarekenin tavanını belirlemiyor. Pekala o konjonktürel bir mutabakattı ve barış veya mütarekenin ucu açık olabilir. Yani müebbet düşmanlık yoktur müebbet barış ise mümkün olmasa bile matluptur. İşin teorik kısmı böyle. Bununla birlikte, barış ve mütareke kandırmaca veya taktik ve manipülatif olmayacaktır. Aksi taktirde, zararı faydasından büyük olur. Nitekim, Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan dengesiz barış İkinci Dünya Savaşı’nın zeminini hazırlamıştır. Şiddet şiddeti doğuracağı gibi aldatıcı ve mağdur edici barış da geleceğin savaşlarını hazırlar.
***
ABD’nin bu son derece pragmatik yaklaşımına İran da ondan geri kalmaz bir şekilde mukabele etmiştir. Hatta şaşırtıcı bir şekilde kendisine göre klasikleşmiş dost ve düşman tanımlamasını altüst etmiştir. Cenevre’de İran geri adım atmamasına rağmen Nejad her müzakerenin ileriye atılmış bir adım olduğunu söyleyerek iyimserliğini korumuştur. İsrail’i haritadan sileceklerine dair sonu gelmeyen konuşmalar yapan Ahmedinejad bu meselede de pragmatik yönünü göstermiştir.
Düşmanın her zaman olduğunu söyleyen Nejad, buna mukabil kendilerinin günbegün ileriye gittiklerini savunmuştur. Asıl problemli yaklaşım ise yardımcısının yaklaşımıdır. İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı İsfendiyar Rahim Meşai, Nejad’dan bir gün önceki konuşmasında şaşırtıcı bir biçimde İsrail’i dost olarak tanımlamıştır. Meşai, “yenilik ve gelişim” adlı konferansta yaptığı konuşmada, insanlar arasına sınırlar koyan bir mantığın, geleceğin dünyasında yeri olmadığını ileri sürmektedir. Bir düşüncenin zorla kabul ettirilme döneminin geride kaldığını savunan Meşai sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Dünyanın kulağı, en güzel mesajları almak için bugün her zamankinden daha açık...” Meşai, “akıl ve mantığın hakim olacağı bir gelecekte ırk ve ülkenin anlam ifade etmeyeceğini” de söylemiştir. İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı, dünyada kimse ile savaşlarının olmadığını, 8 yıllık savaşta da sadece savunma yaptıklarını, hatta bir gün bile savaşmadıklarını ifade etmiştir. Bu acem mübalağası karşısında insanın ister istemez nutku tutuluyor ve sormadan edemiyor: Öyleyse savaş niye 8 yıl sürdü?
Hatırlanacağı gibi, Saddam ilk yıllardan itibaren İran’ı yenemeyeceğini anlayınca barış istemeye başlamıştı. İran ise Saddam’ın kellesini ve rejim değişikliğini istediği için barış sağlanamamıştı. Meşai, kulaklarımızın hiç alışık olmadığı şu cümleleri sarfetti: “İran bugün, ABD ve İsrail halkıyla dosttur. Dünyada hiçbir millet düşmanımız değil, bu bir iftihardır. Elbette düşmanımız var ve İran halkına karşı en namertçe düşmanlıklarda bulunuyorlar.” Meşai, Amerikalıları dünyadaki en iyi halklardan biri olarak gördüklerini de sözlerine ekliyor. Burada problemli bir yaklaşım olduğu aşikar. Düne kadar İsrail düşmandı ve haritadan silinmesinden bahsediliyordu ve bugün ne oldu da birden İsrail halkı düşman kategorisinden çıktı dost kategorisine girdi. İsrail halkı Siyonizmi mi terketti de bu vasfı kazandı? Ya da tepedeki Şimon Peres ve Ehud Olmert gibi bir kaç kişiyi geriye ayırırsak İsrail halkının geri kalanı masum sınıfına mı giriyor? Halbuki biz biliyoruz ki, Karadavi gibi alimler pürsilahlı yerleşimcilerin bile harbi sınıfına girdiklerini savunuyorlar. Dolayısıyla burada problem bir değil belki iki veya daha çok. Birincisi, İranlı yöneticilerin keyfine göre ABD’nin ve İsrail’in sıfatının bir gün bir gecede değişime uğramasıdır. İkinci olarak, İsrail hakkındaki şer’i tanımın da sulanması ve bulanıklaşmasıdır. Dolayısıyla İran’la barıştığı oranda İsrail ve ABD meşruiyet kesbediyor. Bu durumda, meşruiyet veya edem-i meşruiyetinin Filistin topraklarını işgaliyle bir alakası yok.
***
İsfendiyar Rahim Meşai’nin konuşması bize Hatemi’nin yardımcısı Abtahi’nin geçmişteki konuşmalarını hatırlattı. Harfi harfine şöyle söylemişti: “Biz olmasaydık ABD, Irak ve Afganistan’ı işgalde zorlanırdı...” Yani ABD’nin işgali önündeki pürüzleri temizlediklerini ve ayıkladıklarını söylemişti. İran’ın bu maharet ve manevrasına şapka çıkartmak gerekir. Her babayiğit bu kadar yağdan kıl çeker gibi yapamaz. Bir batılı yayın organı Ahmedinejad için şu sıfatı kullanmıştı: “Mistik ve populist...”
Galiba mistik tarafı düşmanlığını ve populizmi de pazarlıkçı tarafını gösteriyor olmalı. 1 Mart tezkeresi sırasında Bush, Babacan ve beraberindeki heyete ‘Teksas’ta sizin gibi yapanlara at taciri denir’ demişti. Galiba İranlı yetkililer de birinci sınıf halı tüccarları.
21.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|