Robert Fisk, ‘Day of jackals as Paris marks the overthrow of a monarch’ başlıklı yazısında, Sarkozy’nin Akdeniz için ‘Birlik’ şovuna temas ediyor. Buradaki çakal ifadesiyle elbetteki Fransa’da hapiste yatmakta olan Carlos’u kastetmiyor. Carlos olsa olsa çakal yavrusu olabilir. Bilâkis iki yıl içinde düşman pozisyonundan can ciğer kuzu sarması haline gelen, kimyaları aynı, ama söylemleri ayrı liderler kastediliyor.
Özellikle de Ortadoğulu liderler. Mısır çoktandır kendisine bir rol arıyordu ve sonunda Sarkozy’nin partnerliğinde aradığını buldu. Sarkozy’nin bu dışı yaldızlı cafcaflı ama içi boş projesine ilk karşılık veren Mısır’ın yaşlı çakalı oldu. Robert Fısk’in de kastettiği işte bu tip liderler. Sarkozy tam rezil olmak üzereydi ki imdadına iki lider yetişti. Bunlardan birisi, Beşşar Esad diğeri de Recep Tayyip Erdoğan. Beşşar ile Sarkozy adeta birbirlerini mezardan çıkardılar. Robert Fisk’in de ifade ettiği gibi iki yıl öncesine kadar Refik Hariri’nin öldürülmesinden dolayı Sarkozy’nin selefi Chirac adeta Beşşar’ı yerkürede istenmeyen adam ilân etmişti. Beşşar neredeyse Sudan Lideri Ömer Beşir’in akibetini paylaşıyordu. Onu bu vartadan kurtaran Recep Tayyip Erdoğan oldu. İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yaparak adeta etrafındaki tecrit duvarlarını ve çemberini kırdı. Öyle ki Paris’te bile Olmert ile Esad arasında bu trafiği yürüten taraf oldu. Bu işe sulanan Sarkozy az daha bu rolü Türkiye’nin elinden kapıyordu.
Beşşar, Olmert’le-Talabani’nin İsrailli liderlerle yaptığının hilâfına yüzyüze gelmemeye özen gösterdi ama neticede ‘Siyonist Oluşum’ ibaresi yerine İsrail ifadesini kullandı ve ona meşruiyet atfetmiş oldu. Tabir caizse, AKP, Beşşar’ı uluslar arası kuyudan çıkararak, ona hem içeride hem dışarıda yeniden meşruiyet sağlamış oldu. Beşşar bu kıyağı nasıl öder bilemeyiz. Beşşar, 2 yıl öncesine nazaran Lübnan’da yine zeytinyağı gibi üste çıktı. Hizbullah’a verilen veto hakkıyla birlikte aslında Hizbullah, Lübnan içinde devlet içinde devlet olma pozisyonundan devlet üstü devlet pozisyonuna yükselmiştir. Bunun sonucu olarak Hariri için uluslar arası mahkeme projesi suya düşmüştür. Zira, artık Hariri ve Sinyora sözde çoğunluk olarak bu meseleyi gündeme bile getirecek takatta değiller. Zira başlarında Demokles’in kılıcı gibi veto kılıcı sallanıyor. Beşşar dostları da, artık bundan böyle Hariri olayında Mossad rivayetini unutacaklardır. Bundan dolayı Suriye’nin Lübnan’a elçi göndermesinin bir önemi kalmadı. Zira Suriye’nin Lübnan’da daima fevkalâde elçileri olmuştur ve bunlar Dovha raunduyla birlikte insiyatifi ele geçirmişlerdir. Bundan dolayı acaba Dovha’da kim kime çalıştı?
***
Dolayısıyla Bastille’de kutlanan çakallar gününden en kârlı çıkan Beşşar Esad olmuştur. Kendisine yönelik uluslar arası tecridi kırdığı gibi Hariri dâvâsından da yırtmıştır. Beşşar, Türkiye sayesinde hayal etmediği noktalara gelmiştir. Birincisi, adam barış söylemiyle birlikte yeniden uluslar arası arenaya çıkmıştır. Arapların, Şam üzerindeki tecridini bile kırmıştır. İkinci kadame de (İslâmî kimliği nedeniyle), yağdan kıl çekercesine AKP üzerinden iç muhalefeti de iskat etmiş, savuşturmuş ve meşruiyet kazanmıştır. Suriyeli hangi muhalif bu durumda diyebilir ki: “Esad, Suriye’yi ve millî dâvâyı sattı’ diye. Başbakan Erdoğan Sarkozy’yi ödüllendirmeden önce Irak’ın taifi başbakanı Maliki’yi ödüllendirmiştir. Erdoğan’ın Nejad’dan sonra Irak’a gidişi, yol olmuştur. Arkasından Hariri gitmiştir ve Ürdün Kralı Abdullah II de sıradadır. Bazıları bu ziyaretin Nejad’ı dengelemek için olduğunu söyleyebilir.
Böyle olsa bile iki yanlış bir doğru etmez. İşgali ve işbirlikçi yönetimleri meşrulaştırmada İran, daima başı çekmiştir. Nejad’ın ziyareti ve burada Amerikalı komutanlarla sarmaş dolaş olması da bunu göstermiştir. Başbakan bir de üstelik ‘Ne Şiîiyim ne de Sünnîyim ben bir Müslümanım’ diyerekten Maliki’ye rüşveti kelâmda bulunmuştur. Halbuki oradaki mezhep kavgası işgalin bir ürünüydü.
İkinci olarak, işgalden sonra Sünnîler çifte kavrulmuş bir haksızlık yaşadılar. Onları hem işgalciler hem de işgalcilerin devrettiği işbirlikçi yönetimler horladı ve bunun sonucunda ikinci sınıf vatandaş haline geldiler. İhkak-ı hak açısından Erdoğan onların statüsüne tadil etme babından gayret edeceğine müstevlilerin diliyle konuşmuştur. Kürtlerin de birinci sınıf Sünnî olduğu hatırlatılacak olursa deriz ki: Onların mezhebi seküler olduğundan fark etmez. Bunlar, ‘komşularla ilişkilerde sıfır problem’ nazariyesinin mimarı Ahmet Davudoğlu’nun karihasının mahsülüyse; brova ona.
***
Ne başdöndürücü ve pragmatik trafik ki, iki yıl içinde Şam-Paris ve İstanbul ekseni tepetaklak oldu. En sorunlu başkentler şimdi birbiriyle bal yağ gibiler. Ama zemin çürük. Bastille’de çakalların dansıyla ilgili Sarkozy’nin muhalif kanat tarafından paylanması üzerine kendisini şöyle savunmuştur: “Ne yapayım. Ortadoğu’da ya Talibanlar veya Atatürkler çıkıyor...” Esad’ın ayağına kadar kırmızı halılar seriyor. Ülkesinde ezanların sesini kısan Bin Ali’yi ise öve öve bitiremiyor. Talibanlar kızları okutmazken Bin Ali küçük kızların tümünü okula göndermekle asimetrik bir misyon ifa ediyor. Tam da Sarkozy’nun söylediği ve istediği gibi.
Acaba Sarkozy’nin bu sözleri, Richard Perle’ün kalemdaşı David Frum’dan mı kopya? Zira, o 50 yıldan beri ABD olarak amaçlarının İslâm dünyasında her ülkenin başında bir Mustafa Kemal ikame etmek olduğunu yazmıştı. Avrupa’nın Kaddafisi her gün yeni bir mevzide... En yakın partnerleri de Beşşar ile kılavuzu Erdoğan...
18.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|