Türkiye’de çok garip hadiseler cereyan ediyor. Ekranlar, gazeteler ve diğer bilgilendirme kaynaklarından akan cerahatı, hipnotize olmuş millet ab-ı zülal niyetiyle içiyor. Millete merhamet ve şefkat etmeleri gerekenler kendi menfaatlerini esas alınca ahaliyi uyandırabilecek imkânlar kendiliğinden azalıyor.
Günümüz hadiselerine sosyal ölçüler getiren Bediüzzaman Hz.’leri, Sünûhat isimli eserinde “Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, (Hipnotize ederek telkin eder.) Biz kendimizden hayal edip, asammane (sağırcasına) tahribimizde eser-i telkini icra ederiz” diyor.
Şu Ergenekon destanını yazanların icraatları, hep bu mânâları tedai ettiriyor.
Avrupa’da ve Türkiye’mizde ittifak halinde çalışan bazı cereyanlar var ki, aziz milletimizin kendilerine olan düşmanlığını dahi kendi hesapları için kullanıyorlar. On küsûr sene önce milletin elinden malını ve temel hürriyetlerini gasp edenlerin günümüzde “son kullanım tarihi dolmuş birkaç Kemalisti” harcayarak oynadıkları yeni oyun demokrasi adına büyük bir hamle yapılıyormuş görüntüsü verilerek sergileniyor.
Kemalizmin aleyhindeki yazılarından dolayı müteaddit defa mahkemeye verilmiş ve Türk hakimlerine ifade vermiş birisi olarak, bazı Kemalistlere yapılan operasyonlara şüpheyle bakmam, elbette bazı çevreleri suizana sevk edebilir.
Ama yakın tarihte olup-bitenleri akıl süzgecinden geçirdiğimizde, kendisini iktidar partisine endeksleyen bir kısım medya ile liberal takılan Marksistlerin “birliktelik sevinçlerinin” pek mantıklı düşmediğini düşünüyoruz.
Siyasette ve idarede icraatların sorumluları hükümetlerdir. Düne kadar bir komutanla ters düşmemek için Şemdinli savcısını bütün insanî haklarından mahrum edebilen bir hükümetin, birden bire hürriyet ve hukuk destanı yazmış havaları takınması, sizde de istifhamlar uyandırmadı mı? Veyahut, milletvekili listesini Dolmabahçe kriterlerine göre tanzim eden bir iktidarın döneminde, mütekait bazı kuvvet komutanlarının cezaevine gönderilmesinde bir tuhaflık yok mu?
Burada anlamadığım bir tenakuzu daha sizinle paylaşmak istiyorum. 28 Şubat postmodern darbesiyle milletin kaybolan servet ve haklarını iade etmeden ve hatta bunları zinhar medar-ı bahsetmeden bugüne gelen iktidarı harekete geçiren asıl sebep geçmişteki “darbe teşebbüsleri” midir? 12 Eylül darbesinin birinci sorumlusunun fetva ve icazetiyle parti kuranların bu operasyonları başlatmaları, medyanın tenvimine yakalanmayanlarca şüpheyle karşılanıyor.
Ömrü darbelere ve darbecilere karşı olmakla geçmiş insanların hangi türden olursa olsun ihtilâlin her çeşidine karşı olması bir esastır. Gel gör ki, Türkiye’de nifak ve aldatma ile iş görüp son zamanlarda dinî ve insanî değerleri de alet edenlere karşı daha müteyakkız olmamız gerekmez mi?
Ergenekon yapılanmasının üzerine giden iradenin, bugünkü Meclis ve hükümet iradesi olup olmadığında tereddütleri olanlar, işin içinde haricî kuvvetlerin bulunmasından endişeleniyorlar. Yani, Güneydoğu meselemizi Amerika merkezli neocon’lara havale edenlerin, mafya tipi iç yapılanmaları da başkalarına ihale etmelerinden korkuyorlar. Şayet Atlas ötesi veya ikinci Avrupa gibi rüzgârların tesiriyle ülkede sun’î fırtınacıklar oluşturuluyorsa, bunun da Türkiye’nin hayrına olmayacağı, bir başka gerçek olsa gerek.
Globalizmi belli bir sınıf ve zümrenin dünya hakimiyetine alet edenlerin hem dinsiz, hem bolşevik ve hem de işgalci olduklarını unuturcasına, günlük çıkarlar uğruna aynı davula vuranların, hem Türkiye’ye, hem de Müslümanlara zarar verdikleri kanaatindeyiz. Hz. Üstad’ın tabiriyle “Biz ferec, ferah, sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin, kılınçlarından gelen fayda bize lâzım değil...” Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi, her türlü antidemokratik diktaya karşıyız. Fakat endişelerimiz var.
18.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|