Selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “İrtica ile mücadele edemeyeceğine inandığım için Genelkurmay Başkanı olmasını istemedim, onun yerine Aytaç Yalman’ı getirmek istedim” dediği Hilmi Özkök buna rağmen 2003 YAŞ’ında TSK’nın başına geldi, ama deyim yerindeyse “kuşatılmış bir komutan” olarak.
Görevi devralmasından iki ay sonra yapılan seçimde AKP’nin büyük Meclis çoğunluğuyla iktidara gelmesi, Özkök’ün işini iyice zorlaştırdı.
Kıvrıkoğlu Genelkurmay Başkanı yapmak isteyip de yapamadığı Yalman’ı, teamülleri alt üst eden bir emrivaki ile Jandarma koltuğundan Kara Kuvvetlerine kaydırmış; Jandarma Genel Komutanlığına da Şener Eruygur’u getirmişti.
Aynı dönemde Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Özden Örnek’e atfedilen günlüklerde anlatılanlar, Hava Kuvvetleri Komutanının da iştirakiyle Özkök’ün nasıl bir iç “muhasara” ile karşı karşıya olduğunu çok açık şekilde gösteriyor.
Özkök’ün birlikte çalışmak durumunda olduğu kuvvet komutanlarına ilâveten, en az üç orgeneralin daha aynı çizgide Genelkurmay Başkanına büyük sıkıntılar yaşattığı anlaşılmakta.
Bu uyumsuzluğun, en kritik konulardan biri olan Kıbrıs’a nasıl yansıdığını gösteren çok ilginç örneklerden biri, KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Özkök’ten “Büyükelçiniz kuvvet komutanlarıyla temas halinde. Halbuki karar mercii benim” (Sabah, 14.7.08) mesajı aldığını açıklaması oldu.
İHL’ler, YÖK, başörtüsü gibi konular da, bu komutanlarca, zaman zaman darbe-muhtıra taleplerinin gündeme getirilmesine sebep olmuş.
Günlüklerden anlaşıldığına göre, darbe girişimlerinin en aktif ve ısrarlı takipçisi Eruygur. Yalman’ın tercihi muhtıra. Gerçi günlüklerde Yalman’ın bir müdahale için askerî birliklerde nabız yoklaması yaptığına dair bilgiler de var...
Özkök’ün farkı, şikâyetçi oldukları konularda komutanlarla “yüzde 80 mutabık” olduğunu ifade etmekle beraber, darbe veya muhtıradan farklı yöntemlerle tavır koymaktan yana olması.
Yani, irticaya, başörtüsüne, imam hatiplere, din eğitimine, vs. yönelik temel yaklaşımlarda özde bir fark yok. Farklılık metod ve yöntemde.
Bu konularda daha “diplomatik” bir üslûp ve söylemle tavır konulmasını savunan Özkök, görevde olduğu süre zarfında da böyle davrandı.
28 Şubat tasarruflarının, AKP iktidarında daha şiddetli şekilde devam etmesi, askerin sadece yöntem değiştirerek nisbeten kamufle ettiği katı tutumunun sürüyor olmasının da bir sonucu.
Özkök ve ekibi 28 Şubat’ta asker adına verilen imajın toplumda ters teptiğini tesbit eden, dolayısıyla “rejimi koruma ve kollama” mücadelesinde askeri en azından görünüşte daha geri plana itip diğer kuvvetleri, özellikle yargıyı öne çıkaran bir anlayışın savunucu ve uygulayıcısı.
AB sürecinde alınan mesafe de, askeri bu taktik değişikliğine zorlayan ciddî ve önemli sebeplerden biri.
Öte yandan, 28 Şubat tasarruflarının, büyük oy çoğunluğuyla sandıktan çıkmış bir iktidar eliyle sürdürülmesi, çok daha rahat, garantili ve risksiz bir yol değil mi? Ve 3 Kasım 2002 seçimlerinden beri yaşananlar bunu göstermedi mi?
İşin kolay yolu bu iken, asker ne diye kendisini durduk yere gereksiz sıkıntılara soksun ki?
İşte son dönemde askerî cenahta yaşananlar, bir cihetiyle, bu ince manevranın kaçınılmazlığını kavrayamayan ve eski yöntemlerde inat eden isimlerin artık tasfiyesi anlamına geliyor.
Olayın bir başka boyutu ise, Eruygur ve Tolon gözaltılarının, YAŞ öncesi ve Büyükanıt’tan sonra Genelkurmay Başkanlığına gelmesi kesin gözüken Kara Kuvvetleri Komutanını yıpratma amaçlı yayınları takiben gerçekleşmiş olması.
Bu durum, bir “iç hesaplaşma ve tasfiye” değerlendirmesini doğrulayıp teyid eder nitelikte.
Peki, sürecin devamında Ergenekon soruşturması muvazzaflara da uzanır ve üslûp değişikliği öze de yansır mı?
* Dün bir bölümünü aktardığımız “AB süreci ve asker” başlıklı yazımızın tarihi 22.1.2004 olacaktı. Düzeltir, özür dileriz.
18.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|