Molaya çıktığımız günlerde ortalık, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Devrimler travmaya yol açtı” sözüne devrimbaz cenahtan gelen tepkilerle kaynıyordu. Ve bu tepkiler, bir sosyolojik tesbitin dile getirilmesine dahi tahammül edemeyen bağnazlığın yeni ve düşündürücü örneklerini teşkil ediyordu.
Olayın ibret verici taraflarından biri ise, AKP içinden de bu ilkel ve çağdışı tepkiler paralelinde seslerin yükselmesiydi. Bunun izahı neydi?
Kapatma dâvâsı sürerken Başsavcıya yeni bir malzeme verilmiş olduğu değerlendirmesine dayalı bir kaygı mı, yoksa daha yakınlarda CHP liderinin “Devrimler halka sorularak mı yapıldı? Laiklik referandumla mı getirildi?” sorularıyla tersinden doğrulayıp teyid ettiği bir tesbite karşı bazı AKP’lilerin kraldan daha kralcı bir tavırla devrimlere sahip çıkar görünme işgüzarlığı mı?
İkinci şık geçerliyse, bu AKP mensupları travma tartışmasında sessiz kalan Erdoğan’ın evvelce deklare ettiği “Milletin ve Meclisin onayı ile gerçekleştirilen devrimleri toplumun ortak paydası haline getirmek hedefimizdir” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımını mı seslendiriyorlar?
Öyle de olsa, AKP’ye yönelik ithamlarının önemli dayanaklarından birini “takiyye” iddiasına dayandıran Başsavcı, AYM’deki sözlü açıklamasında Fırat’ın sözlerini yeni delil olarak sundu.
Buna karşı AKP’nin sözlü savunmasını yapan Cemil Çiçek, “Fırat’ın sözleri, dâvânın açıldığı 14 Mart’tan sonra söylendiği için dâvâ konusu yapılamaz” şeklinde ilginç bir mantık sergiledi.
Bakalım, dâvâ sürecinde adı etrafında yoğun tartışmaların cereyan ettiği isimlerden biri olan AYM Başkanvekilince verilen tahminî takvime göre en geç Ağustos ortasına kadar çıkması beklenen kararı bu tartışmalar nasıl etkileyecek?
Gelinen noktada travma tartışması, bıraktığı izlerle birlikte geride kaldı ve bunda, diğer bütün gündemlerin üzerine çıkan bir şok gelişme olarak, Ergenekon operasyonu kapsamında gerçekleştirilen yeni gözaltılar da haliyle etkili oldu
Aralarında, biri kuvvet komutanlığı yapmış iki emekli orgeneralle başka bazı üst düzey emekli komutanların, işadamlarının ve gazetecilerin de bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı ve bunların da çoğu sorgusunu takiben tutuklandı.
Özellikle 2003-4’te yapıldığı öne sürülen darbe girişimlerinin bir numaralı ismi olarak anılan dönemin Jandarma Genel Komutanıyla, gerek görevdeyken, gerekse emeklilik sonrası “ulusalcı” çıkışlarıyla kendisinden çokça söz ettiren orgeneralin tutuklanması, tabiî ki herkesi şaşırttı.
İlhan Selçuk ve Alemdaroğlu gözaltılarından sonra tıkanma görüntüsü veren Ergenekon operasyonunda beklenmedik bir şekilde yaşanan bu gözaltı ve tevkif dalgası, ister istemez kamuoyunda heyecanla karşılandı. Tedirgin olanlar evvelce benzerine rastlanmayan bu gelişmeyi “12 Mart’ın Ziverbey’i” benzetmeleriyle karalamaya çalışırken, demokratik hesaplaşma adına çok önemli bir merhale olarak görenler de az değil.
Genelkurmay’ın bu gözaltılara engel olmayıp sessiz kalması ve akabinde dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün beyanları, bu hadisenin daha çok, askerin kendi içinde cereyan eden bir hesaplaşma olduğunu düşündürüyor.
Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanına ait olduğu belirtilen ve kamuoyuna “darbe günlükleri” olarak mal olan notlarda, Özkök ve Büyükanıt hakkında yürütülen yıpratma kampanyalarının darbeci ekip tarafından kotarıldığına dair ipuçlarının da bulunduğu dikkate alındığında, bu kanaat daha da kuvvetleniyor ve pekişiyor.
Büyükanıt’ın halefi olması beklenen Başbuğ hakkındaki son iddialar da bu derin çatışma ve hesaplaşmanın bir tezahürü olarak görülüyor.
Dolayısıyla, Ergenekon soruşturmasında gelinen aşamanın, sonuca doğru yürüyen kapatma dâvâsından ziyade, Ağustos’taki YAŞ toplantısıyla ilgili olma ihtimali daha güçlü görünüyor.
Sistem, artık taşıyamayacağı safralarını atıyor.
15.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|