Uçak Helsinki’den havalandıktan bir süre sonra uykuya daldım. Yoğun seyahat temposu içinde olduğum zamanlarda ancak uçaklarda uyuyabiliyor ve de dinlenebiliyorum. Fakat bu sefer heyecan ve sabırsızlık duygularından ötürü çok uyuyamadım. Gökyüzünden dünyayı keşfe daldım.
Hava sahasından geçtiğim ülkelerin şehirlerini ve abidelerini, tarihî eserlerini belki görebilirim hevesiyle ve de hayaliyle yeryüzünü iyice inceleme bıraktım kendimi… Uçsuz bucaksız yeşil tarlalar, belki ülkelerden ülkelere uzayan nehirler, dağlar, maviden karaya, beyazdan griye renk renk bulut kümeleri ve uzaktan çok da iyi seçilmeyen mimarî detaylardan hangi ülke üzerinde olduğumuzu anlamaya çalışıyordum. Bu ufak bir oyun olmuştu benim için: Hem zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor ve hedefe hızla yaklaşıyordum; hem de kendi bulduğum oyunumun parçası olarak uçuş içi eğlencelere bir yenisini katmanın heyecanını yaşıyordum.
Birden uçsuz bucaksız Karadeniz’in güney sahillerine eriştik. Mimarî detaylar göze gelmeye başladı. Ama uçak alçaldığından değil, belki de günlerce gözümün her yerde aradığı minareleri artık algıda seçicilikten dolayı 9000 m yüksekten bile zorluk çekmeden görebiliyordum. “Vatanım” dedim, “az kaldı, çok az”.
Ancak yaşayanların bileceği ve yaşamayanlara kelimelerle anlatması çok zor olan duygular vardır… Annem sık sık “Annelik nasıl bir şey bilmezsiniz” der… Babam ise “Anne-baba olunca anlarsınız” diye bize anlatmaya çalışır. Fakat onlar da çok iyi bilirler ki, bazı duyguların yaşanmadan anlaşılması güçtür. Gurbetten yazılar yazan benim için de, gurbette yaşamayı ve gurbetten eve dönmeyi anlatmak, o anki duygu selini anlatmak çok zor. İstanbul’u kuş bakışı o ilk gördüğüm dakika ile beraber uçağın nazlı nazlı alçalması, heyecanla hızla atan kalbim, gözlerim ve tüm vücudum için bir törenin başladığının müjdecisi adeta. Tekerleklerin yere değdiği o dakikada ise, uçuş stresinin sona ermesiyle beraber ülkeye kavuşmanın vazgeçilmez ve tarif edilemez zevki yaşanmakta. Ağzımdan ilk dökülen kelime “elhamdülillah” oluyor, “sağ salim geldim”!
Pasaport kontrol memuruyla Türkçe yapılan konuşmanın heyecanı, 5 dk. sonra kardeşimi görecek olmanın verdiği telaşla bavulların alelacele banttan alınmasının ardından hızla kapıya doğru yürümeye başladığımda, kapının arkasına geçerken yürüdüğüm yolun bir türlü bitmediğini düşündüm. Ve sonra da o kapının arkasında kardeşimin beklediğini… Aylarca görmüyorsunuz, sonra önünüzde beliriveren devasa kapının arkasında onun olduğunu biliyor, karmakarışık hisler içerisinde kapının arkasına geçiyorsunuz… Ve inanılmaz mutluluk.
İşte o an, ne simit yemek, ne ayran içmek, ne Türk çayı, ne kebap, ne Türk kahvesi, ne vapurda martılarla sohbet etmek, ne de İstanbul caddelerinde saatlerce yürümek insanın aklına geliyor… O kavuşma ve sevgi seli anı, dünyadaki diğer tüm hislerin ve önceden özlenen değerlerin önüne geçip, sıkıca sarmalıyor insanı.
Yavaş yavaş yaşadığım şehre ulaşırken, yol boyu uyuduğumu “Bursa’ya hoş geldiniz” anonsuyla anladım. Yüzümde ağlamaklı bir sevinç, yüreğimde kanatlı bir kuş belirdi. Ya bir an önce koşup otobüsten inmek, ya da o otobüsün koltuklarının arkasına saklanmak hisleri bir anda yüreğimi sarıp sarmaladı. Bu iki uç nokta arasında gidip gelinen o beş saniye, insanın en sevdiklerine, ailesine kavuştuğu zaman dilinin dolanmasına neden oluyor. Sadece Türkçe konuşmak konusunda zorlandığımı ya da belki zorlanacağımı düşünmek değil, heyecandan da konuşulamayacağını hesaba katmak gerekirmiş, onu da öğrendim.
Artık iki gün oldu evime, yurduma ve aileme kavuşalı. Sabah yapılan kahvaltıların değişilmez lezzeti, bitmek bilmeyen sohbetler, Mısır’da bile her vakit duymama rağmen, en çok Türkiye’de duymayı özlediğim ezan sesleri, gazetem Yeni Asya’yı internetten değil, elime alarak, dokunarak ve taze gazete kokusunu hissederek okumak günümün en güzel saatleri. Küçük detaylarla mutlu olmanın aslında hiç de zor olmadığını insan en çok bugünlerde anlıyor. Ya da sadece ben bunu bugünlerde hissediyorum. Nefes aldığım her an şükrettiğim, sevdiklerimi yanımda her gördüğümde dualar ettiğim bu güzel anların kıymetini bildikçe mutluğum daha da artıyor.
Artık Türkiye’deyim. Tartışmaların çok da fazla değişmediği, magazinvari haberlerin insanların zihinlerini meşgul etmeye devam ettiği ve bazı caddelerinde, yabancıymışım gibi gözlerini dikerek bana bakarak kendimi hâlâ uzak Avrupa ülkelerinde seyahat ediyormuş hissini veren kişilerin olduğu ve ısrarla değişmedikleri topraklardayım. Gelecek seyahatime kadar, kâh gurbet tozu bulaşmış vatan mektupları, kâh yaşanmış ve söze dökülememiş seyahat anekdotlarıyla bu satırlara inşaallah aynı şekilde devam etmek ümidiyle…
15.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|