CEVAP BEKLEYEN SORULAR
Mutlâkıyet ve Meşrûtiyet hükûmetleri tarafından da mahkemelere sevk edilen Bediüzzaman Said Nursî, girmiş olduğu bütün mahkemelerden yüzünün akıyla çıkmaya muvaffak olmuştur.
Cumhuriyet döneminde ise, onun bambaşka bir muâmele ile karşılaştığını görmekteyiz. Said Nursî, 1925’te hiç mahkemeye çıkarılmadan ve kendisine herhangi bir suç isnat edilmeden, inzivagâhından alınarak sürgüne gönderildi.
Hem, öyle bir sürgün ki, ömür boyu devam edip gitti…
Ne garip, ne tuhaf bir durum. Ortada suç olmadığı halde, bir insana durduk yere ceza veriliyor.
Dahası, Cumhuriyet’in 10. yılı olan 1933’te umumî af çıkarıldığı ve suçlu görülenlerin tamamı affa uğradığı halde, Said Nursî’ye hiç olmayan bir suçtan dolayı sürgün cezası verilmeye devam ediliyor.
Böylesi bir durumun, Türkiye tarihinde olduğu gibi dünya tarihinde de emsâline rastlanılmamaktadır.
Bu da gösteriyor ki, fevkalâde ve istisnâî bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız.
Hem öylesine fevkalâde ve istisnâî bir durum ki, aradan yetmiş-seksen senelik bir zaman aralığı geçmiş olmasına rağmen, olup bitenlerin üzerindeki sır perdesi hâlâ kaldırılabilmiş değil.
İşte hâlâ cevabını bekleyen soruların bir kaçı:
1) Hayatının son 35 yılını hapis, sürgün ve sürekli gözetim altında geçiren Said Nursî’nin tesbit edilebilmiş suçu neydi? “Hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz” prensibine göre, ömür boyu ceza çektirilen bu zatın gözle görülür, elle tutulur bir suçu olması gerekmez miydi?
2) Said Nursî’ye suçsuz yere ceza verildiğine göre, bu zat hakkında devletin veya hükûmetlerin elinde gizli bir dosya mı var? Varsa şayet—ki büyük ihtimalle vardır—bu dosyanın mahiyeti nedir ve ne zaman açıklığa kavuşacak.
3) Suçlu veya sakıncalı görülen bazı şahsiyetler dönem dönem sınırdışı edildiği halde, Said Nursî neden yurt içinde ve sürekli gözetim altında tutulmaya çalışılmış.
4) Hapis, sürgün, tarassut yetmezmiş gibi, ayrıca çeşitli suikastlarla bu zat niçin öldürülmek istendi? En az on dokuz defa olmak üzere niçin ve kimler tarafından zehirlendi? Bir hükûmetin bunları bilmesi, yahut araştırması gerekmez mi? Aksi halde, bütün bunların bilerek ve hatta teşvik edilerek yapıldığı anlamı çıkmaz mı?
5) Said Nursî’nin eserleri olan Risâle-i Nur Külliyatı, niçin defalarca mahkemeye sevk edildi? Aynı eser ağır ceza mahkemelerinde beraat ettiği halde, daha alt kademedeki mahkemeler niçin tekrar betekrar aynı eserleri muhakeme etme ihtiyacını duydu? Hukuk mantığı ve adaletin tarafsızlığı prensibi noktasında bu durum nasıl izah edilebilir?
6) Son bir soruyu daha ilâve ederek, bir başka konuya geçmeye çalışalım: Devletin nazarında Said Nursî ve eserlerinin şu anki yeri ve konumu nedir? Devlet, menfî hiçbir vukuâtını tesbit edemediği bu Nur hareketine nasıl bir nazarla bakıyor?
Tarihin yorumu =
Radyo ile Kur’ân tilâveti
DEVLET radyolarından Kur’ân-ı Kerim ilk defa 8 Temmuz 1950'de okundu.
Oysa en az yirmi beş yıldır Türkiye radyoları yayın yapmakta idi. Çeyrek asır müddetince her türlü yayının yapıldığı bir Türkiye’de, yüzde doksan dokuz vatandaşın mukaddes kitabı olan Kur’ân’dan hiç söz edilmemesi, hatta bir sûresinin dahi resmî olarak okutulmamış olması, Cumhuriyet tarihimizin ilk çeyrek asırlık dönemi hakkında çok önemli ölçü ve kanaat teşkil ediyor olmalı.
Bugün hâlâ gidip o zifiri karanlık dönemi savunanlar var aramızda. Onların önüne bu meseleyi koymak ve izahını, gerekirse hesabını sormak gerekir. Ne cevap verecek ve Kur’ân’a karşı alınmış bir tavrı ne ile izah edecekler?
Demokratların iktidara gelmesiyle birlikte (20 Mayıs 1950), ilk etapta ezan-ı Muhammedî serbest bırakıldı (17 Haziran), hemen ardından da radyodan Kur’ân-ı Kerim okunması serbest hale getirildi. Bu meyandaki hizmet, yaklaşık on yıl müddetle korkusuzca devam etti.
09.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|