Ali Bulaç’ın Nur talebelerinin siyasî tesbitleri hakkındaki iddiaları da hayret verici. Bediüzzaman’ın Risâlelerde açıkça beyân ettiği ve lâhika mektuplarında belirlediği esas ve ölçülerle “vatan, millet ve İslâmiyet menfaatine” Demokrat Parti ve devamı partileri desteklemesini de yine bildik siyasî ve hissî tarafgirlikle yanlış yorumlamış…
Bu durum, Nur talebelerinin Bediüzzaman’ın tesbit ettiği istikametle Demokrat Parti ve devamı partilere verdiği destekten siyasî mülâhazalarla rahatsızlık duyulan mâlum dönemi hatırlatıyor.
Oysa Nur talebeleri, Bulaç’ın isnadıyla “kendini güvende hissetmek” için değil, kendisinin de dikkat çektiği “Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesi” için Demokrat Parti, Adalet Partisi ve ardından Doğru Yol Partisi’ne destek verdiler. Risâlelerde açıkça ifâde edildiği gibi, Halk Partisi, Millet Partisi ve versiyonlarının iktidarının ülke, millet ve demokrasiye vereceği zarara karşı içtimaî kanaatlerini izhar ettiler. Zira çok partili hayata geçişte siyasî partileri değerlendiren Bediüzzaman, öncelikle “emirliği”, yöneticiliği, “bir kavmin seyyidi (efendisi) onun hizmetkârıdır” hadisisin işâretiyle “millete hizmetkârlık” olarak târif eder. Ve “demokratlığı”, “hürriyet-i vicdan ile İslâmiyetin bu esas umdesi”ne dayandırır; “kuvvetin kanunda olması” olarak tanımlar. Aksi halde istibdat ve mutlak keyfiliğin hükümferma olacağını belirtir. (Emirdağ Lâhikası, 387)
Nur talebelerinin “desteği” bu mânâ içindir. Darbelerin şakşakçısı mâlum medya, dış mihraklar, uluslar arası güç ve sermaye, 27 Mayıs darbesiyle milletin birlik ve beraberlik harcı olan, devletle milleti barıştırıp buluşturan Demokrat Parti’nin ardından 12 Eylül’le Adalet Partisi’ni ve 28 Şubat’la Doğru Yol Partisi’ni çeşitli darbe ve dalâverelerle devirip devre dışı bıraktırdılar. Nur talebelerinin desteği “kendilerini güvende hissetmek” için olsaydı, bir kısım nevzuhur çıkarcılar gibi gelen “iktidar dolmuşu”na binerlerdi…
Nur talebeleri şahısları da desteklemediler. Öyle olsaydı, merhum Menderes’in ardından Adalet Partisi’ni değil, bazıları gibi şaşırtma ve saptırma için kurulan muvazaa Yeni Türkiye Partisi’ni desteklerlerdi. Demirel’den sonra DYP’yi değil, kimi günübirlik mülâhazalarla 12 Eylül ihtilâlinin ardından “Başbakan Yardımcısı” yapılan, ihtilâl konseyinin “izni”yle kurulan ve “darbenin sağladığı “güven ortamı”nda iktidara getirilip “transformasyonu” sağlayan Özal’ın yanında yer alırlardı.
Her defasında bühtanda bulunulduğu gibi bu destek merhum Menderes’ten sonra “Demirel”in şahsı için olsaydı, Demirel’den sonra gelen genel başkanlar döneminde çizgilerini kırar, “darbeler” ve “postmodern darbeler” devrinde kimi “entelektüeller” gibi gelene “ağam”, gidene “paşam” derlerdi…
Nur talebeleri “kendilerini güvende hissetmek” için değil, Bulaç’ın da son yıllarda gittikçe önemsediği, “daha çok demokrasi, daha çok AB uyum süreci, daha çok insan hakları” için Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisini desteklediler.
Eğer “kendilerini güvende hissetmek için olsaydı”, bazıları gibi 12 Eylül darbesinin “güven ortamı”na sığınır, ihtilâlden “izinli” partilere destek verirleri. Siyasî yasakların kaldırılması için mücadele etmez, kimi yere göğe sığmayan ve daha sonra “müteahhit” olan “mücâhitler” gibi vesâyetli siyasetlerin peşinde olurlardı...
Nur talebeleri hiçbir zaman verdikleri desteği “pazarlık” konusu yapmadılar. Bu bakımdan Bulaç’ın, Demirel’in “Size bu kadar milletvekili vereceğim” dediği, liste açıklanınca hiç milletvekilinin olmaması üzerine “Ben varım, ben sizdenim” safsatasını seslendirmesi ise bizi üzmüştür. Böylesine basit bir bühtana bulaşması, doğrusu bir “sosyolog”a yakışmamıştır.
Kimin “28 Şubat’ın mimarı” olduğunu elbette tarih yazacak. Lâkin yaptıkları vâhim yanlışlarla bu benzeri süreçlere bahaneler üreten ve daha düne kadar “siyasal İslâm” zihniyetiyle “demokrasi”yi “küfür” addedip sağa sola saldıranların, her fırsatta Nur talebelerinin demokratikleşme ve hürriyetler hesabına hasbî olarak Demokratlara verdiği desteği hazmedememeleri, doğrusu ibret verici. Onca zamandan sonra dönüp iflâs etmiş “görüş”lerle yakıştırmalarda bulunmaları, oldukça garip…
Keza Bulaç’ın “Demirel, hayatı boyunca Nur cemaatlerini böyle kandırdı” isnadı da çok sakil kaçmıştır.
Demirel’in son siyasî süreçte söyledikleri elbette kendisini bağlar. Lâkin DP’nin iktidara gelmesinden bir ay sonra Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilmesiyle başlayan mânevî hizmetler, AP ve DYP iktidarları döneminde, 570’in üzerine çıkan imam hatip okulunun, onlarca yüksek İslâm enstitüsünün ve ilâhiyat fakültesinin yanısıra yurt sathında üç bini aşkın Kur’ân kursunun hizmete açılması; demokratların temel mefkûresini, dine hizmet ve icraat vizyonunu göstermiştir. Bunlar mı “kandırmak”?
Nur talebelerinin partilerle “ilişkileri” de sâdece rey vermek ve her münevverin yapması gereken demokrasi, hukuk, insan haklarını tavsiye etmek, din ve vicdan hürriyetini temin etmekti. El hak bunda da büyük oranda başarılı oldular…
Bunu herkes biliyor ki Nur talebelerinin baştan beri “Ahrarlar”ın devamı olan Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisi’ne destekleri, demokrasi, hak ve hürriyetler mücadelesi ve hizmeti içindir.
Peki AKP iktidarı, Demokrat Parti siyasî misyonunun demokrasi, inanç özgürlüğü ve din eğitimi ve öğretimi hakkı adına kazanılanları koruyabildi mi? Demokratların demokrasi, hak ve hürriyetlerdeki samîmî mücadelesi, başarı irâdesi ve handikapsız tavır ve farkı bugün daha bâriz bir biçimde yokluğunu hissettirmiyor mu?
09.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|