Ülkemizde devam etmekte olan kurumlar arası çekişmeleri, çatışmaları düşündükçe, hayalim beni yetmişli, seksenli yıllara götürdü. O tarihlerde de bizzat yaşadığım veya şahit olduğum bir takım olaylar, şöyle film şeridi gibi gözümün önünden geçtikçe, ülke yönetiminde kurumlar arasında sergilenen çekişmelerin, sürtüşmelerin geçmişte yaşadıklarımızın aynısı veya benzeri olduğunu fark ettim. Ve bu konuda adeta tarihin tekerrür ettiğini, olup bitenlerden çekişmelerin içinde bulunanların hiçbir ders almadıklarını görüyoruz. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetleri konusunda adeta yerimizde saydığımızı görüyoruz.
Atanmışların, milletin hür iradeleriyle seçilmiş olanlarla çekişmelerini, bürokrasinin keyfî engellemelerini, başta askerler olmak üzere yargı ve üniversitelerin her fırsatta iktidarlara pervasızca kafa tuttuklarını bugünkü gibi geçmişte de görüyoruz.
Bilinen güç odaklarının, malûmunuz olan zinde güçlerin zaman zaman yetkilerini aşan icraatlara kalkıştıklarını, üstlerine vazife olmayan alanlarda söz sahibi olmaya cür’et ettiklerini, geçmişte şahit olduğum olayları hatırladıkça, bu meyanda malûm kişi veya kurumlarca sergilenen yetkisiz, kanunsuz beyan ve tavırlar benim için sürpriz olmuyor artık.
Şimdi 12 Eylül darbesinin yaşandığı seksenli yılların başlarında, büyük bir salonda, başta bütün resmî kurumların amir ve memurları olmak üzere, mahalle ve köy muhtarları, genç-yaşlı, kadın-erkek, köylü-şehirli olmak üzere yaklaşık bin kişilik bir kalabalığa hitaben aşağıdaki konuşmayı yapan konuşmacının hangi yetkilere sahip olduğunu ve hangi makamda bulunduğunu bakalım tahmin edebilecek misiniz:
“Değerli kurum amirleri ve memurları; kıymetli köylü hemşirelerim!
“Çağrılarıma kulak verip bu toplantımıza geldiğiniz için hepinize teşekkür ediyor ve hepinize hoşgeldiniz diyorum. Aranızda çok yaşlılar ve hatta hastalar da bulunduğu halde uzak köylerinizden buraya kadar beni dinlemek için geldiğinizden dolayı ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.
“Evvelâ ifade etmeliyim ki, burası terörün olmadığı, huzur ve barışın olduğu, ülkemizin sayılı bir yöresi... Ana dili Kürtçe olduğu halde, anarşi ve teröre prim vermeyen belki de tek ilçe. Bu bakımdan da hepinizi tebrik ediyorum.
“Ama hemen belirtmeliyim ki, Türkiye’nin problemleri terörden ibaret değil. Uygar milletler seviyesine ulaşmak, gerilikten ve gericilikten kurtulmak, medeniyetin bütün nimetlerinden kurtulmak da hepimizin en önemli gayesi olmalı diye düşünüyorum.
“Tarif etmeye çalıştığım hedeflere ulaşmak için de başta eğitim olmak üzere, sağlık, ticaret gibi alanlarda çokça çalışmamız gerekiyor. Bu konuda hep beraber bir eğitim seferberliğine girmeliyiz.
“Aldığım bilgilere ve yaptığım tesbitlere göre, bu güzel ilçemiz çok geri kalmış. Bir süredir çarşılarınızı, pazarlarınızı geziyorum, insanlarla konuşuyorum. Halkımız okumuyor, cahil kalmış. Dinî yaşantıya önem vermeniz, camilerin dolup taşması bu ilçeyi geri kalmaktan kurtaramamış... Dindarlığınıza saygı duyuyorum ama sizin gibi olmayan vatandaşlarımıza baskı yaptığınızı hissediyorum. Meselâ çağdaş bir kıyafeti kabul etmediğiniz gibi o kıyafetteki bayanlara da başka gözle bakıyorsunuz.
“Aynı zamanda ilçe esnafının Ziraat Bankasına hiç uğramadığını öğrendim. Birileri size faizin haram olduğunu söylemiş. Böyle olunca buradaki banka hiçbir iş yapamıyor. Banka ile alış veriş yapmanızı istiyorum.
“Ayrıca kadınlara seslenmek istiyorum... Habire çocuk yapıyorsunuz. Kocalarınızın her söylediğini yapmak zorunda değilsiniz. Sizin de haklarınız var. Bu haklarınızı öğrenip, sonuna kadar kullanmakta serbestsiniz. Kız çocuklarınızı okula gönderiniz. Siz de gece okullarına devam ediniz. Ancak bu şekilde cehaletten, geri kalmaktan, gericilikten kurtulabilirsiniz...”
Evet, özelde bu minvâl üzere millete nutuk atan yetkilinin kim olabileceğini tahmin edebildiniz mi? Bir ilin valisi mi? Bir ilçenin kaymakamı mı? Yoksa bir milletvekili veya bakan mı?
Maalesef hiçbirisi değil? Emniyet ve asayişi sağlamakla vazifeli, rütbesi de yüzbaşı olan bir bölük komutanı...
06.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|