Ali Bulaç röportajındaki “cemaat-devlet münâsebetleri”ndeki ifâdeleri de kendi içinde ciddî bir tezat teşkil ediyor. Bulaç’ın da belirttiği gibi elbette “devletin uzantısı olmamak”, “devlete karşı olmak” anlamına gelmez. Ama “devlete rağmen bir şey yapmamak” ne demek? Bulaç bunun izâhını yapmıyor. “Devlete rağmen bir şey yapmamak” ve “kritik noktaları devlete sormak”la “gönüllülük esası”na dayalı olma tezadını nasıl telif ettiğini de açıklamıyor.
İddiasının aksine, “Türkiye’nin küreselleşme sürecine dahlini sağlayan tek kurum” dediği “Türk okulları”nın, “Türk devletinden bağımsız. Onaylamamasına rağmen kurullan okullar değil. Devletin içinden de destek görüyorlar” tavzihi, bir nevi “devlet desteği”nin ikrarı. Bulaç buna, Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Türk okullarının desteklenmesi için genelge yayınlamasını ve “Hoca’nın sık sık ‘Türk devletinin izni ve bilgisi dışında bir şey yapmıyorum’ demesini” misal veriyor…
İlginçtir; Bulaç’ın bir cümlesiyle “hükûmet dışı”, diğer cümlesiyle “devletin onayladığı ve destek verdiği okullar” nitelemesinden tezadın ötesinde ortaya bir garâbet çıkıyor. “Bağımsız’ ama ‘devletten izinli”, “devlet dışı’ ama ‘devletin desteğiyle ve devlete devlete rağmen bir şey yapmayan!” çelişkisi…
“CEMAAT” ÜZERİNDEN “SİVİL TOPLUM” SAPMASI
“Röportaj”daki “Gülen’in yaptıklarının uzak mesâfede Türkiye’nin politik ve stratejik çıkarlarıyla örtüştüğü” iddiası bir yana. “Devlet” perdesinde çoğu zaman devlete sızmış iç ve dış mihrakların “politik ve stratejik çıkarları”nın devrede olduğu vakıası, doğrusu düşündürüyor…
Bunun yanısıra Bulaç’ın “cemaatleri” “Türkiye’nin kendi iç sivil toplum kuruluşu” yakıştırması da bir başka sosyolojik derin yanılgıyı ortaya koyuyor. Kendisinin de belirttiği gibi, sivil toplum kuruluşlarının “kurumsallaşma” kalıbına göre bazı kriterleri, tüzüğü, senedi vardır. “Devletten izinli” birer yarı resmî kurumlardır. Ama cemaatlerde bu yoktur. Cemaatler tamamen mânevî ve gönüllülük esasına dayalıdır, hiyerarşik resmî kurumlar değillerdir…
Gerçek şu ki “sivil toplumun cemaat üzerine bina edilmesi”, bir diğer ifâdeyle “cemaatin sivil toplum kuruluşu haline gelmesi”, cemaatleri Bulaç’ın da sakındırdığı “sipariş üzerine hareket eden “devletin uzantısı” kıskacına alır. Bu durumda artık “cemaat” değil, istikamet ve irâdesinin gücüne göre “devletle iş görür”, “ortak çalışır” veya “çalışmak durumunda kalır.” Bulaç’ın da belirttiği gibi “devlete rağmen bir şey yapmaz” ya da “devletin izni ve bilgisi dışında bir şey yapmaz.” O zaman da “dinî cemaat” olma vasfını kaybeder…
Daha açık ifâdeyle “cemaat” değil, devlete iliştirilmiş bir “sivil toplum örgütü” olur, “cemaat” olma mânâsını yitirir. “Meşruiyet” artık “devletin izni” ve “onaylaması”dır. Bu açıdan “müstakil” olamaz; belki birer STK bile kalamaz; bir bakıma Bulaç’ın da dediği, birer “SDK”ya, yani “sivil devlet kuruluşu”na dönüşür. “Sadakatleri de devletedir.”
En vâhimi, demokratik direnç ve sivil irâde zâfiyetiyle devletle, devlete doğrudan ve dolaylı etki eden dahilî ve haricî mihraklarla ilişkilerinde ister istemez etkiye açık, yönlendirilebilen, zaaflarından yararlanılan kaygan bir satıhta kayar…
“CEMİYET VE KOMİTE DEĞİLLER VE
OLAMAZLAR”
Bediüzzaman’ın tespitiyle, artık “müteharrik-i bizzat” değil, “müteharrik-i bi’l gayr (başkasının tahrikiyle hareket eden)” durumuna düşer. “Bütün harekâtı hâriç hesabına geçen bir âlet-i lâya’kıl (akılsız bir âlet) olur” ya da istimal edilen “bir âlet-i lâyeş’ur (şuursuz bir âlet) edilir. Çünkü irâdesi hükümsüzdür.” (Sünûhat, 64-65)
Bu bakımdan Bulaç’ın “sivil toplum cemaatler üzerinden yükselecektir” sapmasından hareketle “Nur cemaatleri”ni de “sivil toplum”la nitelemesi, geçmişten günümüze devletle, hükûmetlerle, siyasî partilerle işbirliği iddiası, doğru bir analiz değil. Zira Nur talebelerinde Rıza-i İlâhî esastır; “devletin rızâsı”, iç ve dış mahfillerin “onayı” hiç değil…
Bediüzzaman’ın ikazları ortada. Nur talebeleri, Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’da yazılan iman ve Kur’ân hizmetini hiçbir şeye âlet etmeme düsturuna tabidirler. Bediüzzaman’ın “hakâki-i imâniye ve esâsât-ı Kur’âniye, dünya muâmelatı sûretine sokulmaz” prensibine bağlıdırlar. (Mektûbat, 72)
Risalelerdeki “Nur talebeleri, cemiyet memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar” hakikati budur. Bundandır ki Bediüzzaman, “Nur talebelerinin cemiyet olmadığını ve olamayacakları”nı izâhla iktifa etmez, bu “cemiyet” ve “cemiyetçilik” bühtanının arkasındaki oyunu deşifre eder. (Hizmet Rehberi, 119; Şuâlar, 446-447)
Ve Nur talebelerinin tâvizsiz, istikametli ve isâbetli imanî ve içtimaî hizmetleri hep böyle olmuştur…
08.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|