"Gerçekten" haber verir 08 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça hatırlayınız.

Câmiü's-Sağîr, No: 926

08.07.2008


Üç aylardaki mânevî hava, müthiş fırtınalara mukabele ediyor

İkinci cihet: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârâne, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitap gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi; aynen öyle de, Risâle-i Nur yüzünde irade-i âmme, inayet-i hâssa, iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekkürâtın bir nev’îdir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır.

Kusura bakılmaz. Evet, böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil.

İkinci mesele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risâle-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:

Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o mânevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.

Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risâle-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse, kudsî vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.

Kastamonu Lâhikası, s. 41

iltifatkârâne: İltifat edercesine.

ifrat: Aşırı.

teberrük: Mübarek veya uğurlu kabul etme.

irade-i âmme: Umumî irade.

inayet-i hâssa: Özel yardım, özel himaye.

tevafuk: Uyma, uygun gelme.

tafsilât: Tafsiller, açıklamalar.

tasvirat: Tasvirler, resmini yapmalar.

tereşşuhat: Damlamalar, sızıntılar.

şuhur-u muharreme: Savaşmanın haram olduğu mübarek aylar; Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep.

vâzıhan: Açık olarak, açıkça.

istidad: Kabiliyet.

şuhur-u selâse: Üç aylar; Recep, Şaban, Ramazan.

teveccüh: Yönelme, yöneliş.

tenvir: Nurlandırma, aydınlatma.

tesmim: Zehirleme.

buharat-ı müzahrefe: Pis ve zararlı gazlar.

meşher: Teşhir, sergi yeri.

fütur: Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, usanma.

08.07.2008


Hikmetli mektuplar, hikmetli sözlerle başlar

“Bismihî, subhanehu”1

Bediüzzaman Said Nursî, bazı mektuplarına bu sözlerle başlar. Acaba o sözlerle neleri kasdetmektedir?

Aklımıza hemen Sözler Risâlesinin başında yer alan Birinci Söz gelmektedir. Birinci Söz “Bismillâh”la ilgilidir. Başında, “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız” cümleleri yer alır. Bu sözde nefsine ders vermek ister ve şöyle devam eder: “Bil ey nefsim! Şu mübârek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisân-ı haliyle vird-i zebânıdır. Bismillâh ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle.”2 Hikâyecikte dünya çölünde seyahat eden iki yolcuyu anlatır. Nimetlerin Allah’tan olduğunu ders verir. “Ebleh” (ahmak) olmamak için, “Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle, vesselâm” diyerek sözlerini tamamlar. Lem’alar’da “Bismillahirrahmanirrahim’in binler esrarından altı sırrı” anlatılır.3

Bediüzzaman yazdığı mektupların başında “Bismihi, sübhanehu”dan sonra en çok “Hiçbir şey yoktur ki, O’nu övüp tesbih etmesin”4 meâlindeki âyeti zikreder. Bunun da bir hikmeti olmalıdır. Said Nursî, bu âyeti zikretmesinin hikmetini Re’fet Beye yazdığı bir mektupta şu sözleriyle açıklar: “Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kardeşim, hizmet-i Kur’âniyede arkadaşım,

“Evvelâ: Mektubunuzda, benim her mektubumun başında ‘Hiçbir şey yoktur ki, O’nu övüp tesbih etmesin’ yazılmasının hikmetini soruyorsunuz. Bunun hikmeti şudur ki: Kur’ân-ı Hakîmin hazâin-i kudsiyesine, bana açılan en birinci kapı o olduğudur. En evvel, hakaik-i âliye-i Kur’âniye’den şu âyetin hakikati bana zâhir olmuş ve ekser risâlelerde, o hakikat sereyan etmiştir. Hem bir hikmeti şudur ki: İtimad ettiğim mühim üstadlarımın mektuplarının başlarında istimâl etmeleridir.”5

Sırlı kapıların açılması için sırlı anahtar veya şifreye ihtiyaç vardır. Kur’ân-ı Hakîm kudsî bir hazinedir. Bediüzzaman o sırlı kapıyı bu âyetle açmıştır. Açılan Kur’ân’ın yüksek hakikatleri bu âyetle aydınlanmıştır. Âyetin verdiği aydınlık ise bütün risâlelere sirayet etmiştir. Sonra güvenilir İslâm âlimlerinin bu âyeti mek-tuplarının başlarında zikretmelerinin de bir hikmet gereği olduğu anlaşılıyor.

Madem Risâle-i Nur, zamanımızda Kur’ân’ın mânevî bir mûcizesidir. Öyleyse onun mânevî aydınlığından faydalanacaktır. Külliyata hikmet nazarıyla bakıldığı zaman o hakikatleri daha yakından görmek mümkün olacaktır.

Bediüzzaman, lâhika mektuplarında bizim en çok kullandığımız ya da bildiğimiz selâm çeşidi “es-selâmü aleyküm”e bazı kelimeleri ekleyerek kullanır. Bunlar zamana, zemine ve muhataba göre de değişebilmektedir. Meselâ: Hulusi Beye yazdığı bir mektupta “Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtühü biadedi âşirâti dekâikı zemanike’l-masrûfi likitabeti eczâ-i Risaleti’n-Nur”6 (Mânâsı: Risâletü’n-Nur’un eczâlarını yazmak için harcadığınız zaman dakikalarının âşireleri sayısınca, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun) der. Acaba bu cümlede neler kastedilmektedir?

Fıkıh kitaplarında selâmla ilgili geniş bilgi verilmektedir. “Selâm” Allah’ın isimlerinden biridir. Selâmla İslâmiyet aynı kökten yani “selm”den gelmektedir. Selm ise, barış ve sulh demektir. Selâm lügatte, “bütün korkulardan emin olma; Allah’ın rızasına erişmek için mü’minlerin birbirlerine yaptığı duâ” olarak geçer.

Kur’ân-ı Kerim’de selâmla ilgili şu âyet konumuzla ilgilidir: “Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin isteyip onlara selâm vermeden girmeyiniz! Böyle yapmanız sizin için daha münasiptir. Olur ki düşünür, hikmetini anlarsınız.”7 Bununla ilgili uygulamaların çok güzel örneklerini Asr-ı Saadette görmek mümkündür.

Kütüb-ü Sitte’de geçen şu hadis-i şerif de çok dikkat çekicidir: Hz. Zübeyr (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (asm) buyurdular ki: ‘Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim, sizler iman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın.”

Bediüzzaman yukarıda zikrettiğimiz âyet ve hadisin mânâsına uygun bir tarzı gerçekleştirmiştir. İnsan, sünnet-i seniyyeye uyduğu sürece ömründe sıkıntı çekmez. Said Nursî’nin mektuplarının başına koyduğu cümlelerde muhataplarına küllî duâ ettiği kesindir. Bu duâya pek çok hizmeti ifade eden mânâları da yüklenmiş olmalıdır. Barla’da elle risâle yazacak insanlara ihtiyaç fazladır. Yazı değişmiş, matbaalara yaklaşmak daha da zorlaşmıştır. O günkü zor şartlarda “yazmak ve çoğaltmak” başta gelen hizmetlerdir. Mânevî cihad kalemle olduğuna göre yazılan her bir risâle için harcanan zaman, birer mânevî kurşundur. Zaman dediğimizde akla “an”lar gelmektedir. Buradaki “an”ın karşılığı dakikaların âşireleridir. Âşire, dakikanın 167 trilyon 961 milyar 600 milyonda biridir. Bunların artması Nur talebelerinin gayretlerine kalmıştır. Risâle yazanlar “ihlâs, sadakat, tesanüd” gibi sıfatlara sahip olduklarına göre yaptıklarına dünyevî bir ücret biçmek zordur. Öyleyse yapılacak şey mânen duâ etmektir.

Üstad talebelerine, Risâle-i Nur hizmetinde geçen dakikaların âşirelerinin sayısı kadar selâm, rahmet ve bereket duâsı yapmaktadır. Böyle bir mânevî ticareti elde etmek kolay olmasa gerektir.

Dipnotlar:

1- Allah’ın adıyla... O’nu her türlü kusur ve noksandan tenzih ede-rim.

2- Bkz. Sözler, s. 11-13

3- Bkz. Lem’alar, s. 98

4- İsra Sûresi: 44

5- Barla Lâhikası, s.178

6- Barla Lâhikası, s. 133

7- Nur Sûresi: 27

Ahmet ÖZDEMİR

08.07.2008


Hoşgeldin, iyi ki geldin

Üç aylar geldi sonunda. Safa geldi hoş geldi, hoşluklar, güzellikler getirdi. Bu aylara yetiştiren Rabbime şükürler olsun. Ne güzel feyzinden, bereketinden, güzelliğinden ve daha sayamayacağım kadar fazlasıyla nimetinden faydalanabileceğiz.

Üç aylar denince aklıma yol geliyor. Evet yanlış okumadınız, bildiğimiz yol işte. Ama bu farklı biraz. Hani sürekli engebeli bir yolda gidersiniz, sürekli sarsıntı halinde yolculuk edersiniz, ya kolunuz cama çarpar, ya başınızı vurursunuz, ya ânî bir frenle durmak zorunda kalır, koltuğa yapışırsınız ve daha beterlerini de yaşarsınız ve o an, işte o an bu yol biter ve sıfır asfalta çıkarsınız ya bu anlatılmaz bir duygudur sizin için. Ne bir sarsıntı kalmıştır, ne bir tarafa savrulma, oturduğunuz yerde kıpırdamadan rahatlıkla oturur yolculuğunuza devam edersiniz. Köy yolunda yolculuk edip şehir yoluna girince yaşanan o hissi bilen bilir. İşte anlattığım gibi ben de üç aylara girince kendimi böyle hissederim. Şükürler olsun asfalta yetiştik. Allah daha güzel yolları, Ramazan’ı da görmeyi nasip etsin inşaallah.

İnsan bu duygusal iklimlerde çok farklı duygular yaşar. Bazan bunları ifade edebilecek kelimeler bulur, bazan ise tarifsizdir duygular. Bu anlamsızlıktan değil, aksine fazlasıyla anlam yüklü olmasından kaynaklanır. Dile döküldüğü zaman, kalem harfe değdiği zaman o büyüsünü kaybedeceği hissi uyanır nedense. Dilimizin Elif’e değdiği an, yüreğimizin şın olduğu, sad olduğu, ayn vurduğu, lâm elif çaldığı anlar bambaşkadır oysa. Bunu izah etse etse ancak yüreğimiz edebilir. Başka hiçbir kelimenin söylemesine, hiçbir kalemin dokunmasına gücü yetmez ağırlığını kaldırmaya. Taşıyamayacağı yükü kuluna vermeyen Rabbim, bütün kelimelerin ve yazan dillerin aşkına bu ağırlığı vermez hiçbir yüreğe.

Şimdi kalbimize o Nur’u indiren Rabbime hiç bıkmadan, usanmadan, tekrar etmekten yorulmadan, söyledikçe söylemeye daha fazla değer bularak, her defasında binlerce anlam katarak şükürler olsun Rabbim Sana.

Bana, bunu hisseden herkese bu duyguyu tattırdığın için şükürler olsun Rabbim.

Yemek yemeyi anlamlı kıldığın için, “Açın halinden ancak aç olan anlar” sözünü sırrına vardırdığın için, yediğim her lokmanın sadece midemi değil, beynimi ve dahi kalbimi de doyurduğunu bildiğim için şükürler olsun Rabbim.

Kalplerimize huzur, hanelerimize sakinlik ve melekler gönderdiğin için, secdelerde ve dahi her boyun eğişimizde “Allah” diye dilimiz, kalbimiz zikrettikçe bize böyle bir dil ve kalp verdiğin için şükürler olsun Rabbim.

Biz unutkanız, unuturuz, ama Sen unutmazsın, biz ihmâl ederiz ama Sen etmezsin, biz düşünmeyiz ama Sen yine bizi düşünürsün ve nihayetinde kalbimize düşen bütün karalıklara, bütün kirliliklere rağmen bütün karanlıklara nispet kalbimizin süveydasına tekrar Seni düşürdüğün için ve tekrar Seni hatırlattığın için bize unuttuklarımızı hatırlamak için verdiğin hafıza için şükürler olsun Rabbim.

Biz bir adım gelsek, bize on adım gelecek olan Rabbim, adımlarımızı sıklaştır, kalplerimizi ısıt, Sana yakın olmayı, Sana koşmayı, kalbimizde doya doya Seni taşımayı nasip et.

Halis niyetlerimiz olsun ve illâ çıkacaksa bir yere yolumuz Sana çıksın.

Açtığımız her kapı Seninle olsun ve yüzümüze kapanan her kapı Senin aydınlığınla, başka kapılar açılmaya vesile olsun.

Duâlarımız olsun.

Gece yarılarında, ağlamaklı duâlarımız…

Yalvararak gelelim huzuruna, kalbimizden dökülen kelimelere gözyaşlarımız eşlik etsin.

Eksik olmasın dilimizde şükürlerimiz.

Sabrımız olsun, Eyyûb sabrı olmasa da, sabrımız olsun.

Ve hoş geldin üç aylar.

Güle güle diyemeyecek kadar hoş geldin hanelerimize ve kalplerimize.

Ve hoş geldin, gerçekten çok hoş oldu gelmen.

İyi ki geldin.

Seni beklediğimizin farkında bile değildik.

Getirdiğin bütün güzelliklerle geldiğin için, bizlere geldiğin için, bizi buna lâyık gördüğün için şükürler olsun Rabbime dilimin döndüğü tekrarlarca.

Diyorum ya, iyi ki geldin.

İyi ki geldin…

Hayırlarla geçer inşallah.

Süveyda GÜNER

08.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır