Türkiye büyük dünya ailesinin, en görkemli ülkesidir. Hangi cihetini ele alırsak alalım, müstesna yeri ve yerleri vardır. Kültürüyle, tarihiyle, insanıyla, toprağıyla ve bir anda yaşanan dört mevsimiyle, çeşitli ırklarıyla, farklı inanç yapısıyla, Osmanlı devlet-i âliyesinin küçük bir özü ve çekirdeğidir. Bu çekirdeğin yıpranması için, dahilde ve hariçte bilerek veya bilmeyerek, gece gündüz tahribata isyankârlığa ve yüksek tansiyonlara gidilmektedir.
Çağın Mevlânâ’sı Hz. Bediüzzaman’ın Lemeât eserinde, Osmanlı döneminde vaaz ettiği çok merakaver ve çarpıcı bir tesbiti var. Bir çok konferanslarımda üstüne basa basa dile getirdim ve getirmekteyim. Şimdi de bu satırlara tekrar alıyorum: “İslâmiyet selm ve müsalemettir, dahilde niza ve husûmet istemez.” Yani İslâmiyet barış ve kardeşlik dinidir, ülkenin vatanın içinde kavga istemez. 26 milyonluk Osmanlı dinlemedi, daha doğrusu dinletmediler, akıbet ortada. Çıkan devletler ne oldu? Kısm-ı azamı perişan, bir AB tarzına ulaşamadılar…
24 milyon km²’lik Osmanlı’dan çıkan 35 devletten biri de Irak’tır. O da dinlemedi, yine gelinen akıbet ve korkunç manzara ortadadır. Birbirleriyle 8 yıl kavga eden güya iki kardeş ülke İran ve Irak, 1.5 milyon ölü bırakarak, kendi iç dünyalarını da darmadağın ettiler. Kaldı ki; Hucurât Sûresi 14 asır önce ikaz ediyordu: “Bütün mü’minler kardeştir.”1 Yine Kur’ân ikaz ediyor du: “Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan dost oluvermiştir.”2
Başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyasına bakıyor ve soruyorum, biz bunun neresindeyiz ve neresinde olmalıydık? Biz eseriz, bizi yoktan var eden Malikimiz, Sahibimiz müessir-i hakikîdir, elbette bizi bizden daha iyi bilecek ve rahmetinden, merhametinden çıkış yolları gösterecek ve göstermiştir. Gözleri bir çok makam-ı dünyevî ve nefsî hırslarla dolu olanlarla bir yere varamayız ve varılmamıştır. İstikbaldeki nesl-i cedîde, bu tarz modeller model olamazlar. Kargaşa, kavga, hased, intikam ve en beteri huzuru ve ülkeyi bozmak.
Kur’ân-ı Hakîm’in sosyal hayata bakan 230 âyetinin hâkimiyeti, insanlığa cennet-âsâ hayat ve nizam verir. İşte Asr-ı Saadet. Proje de o, çıkış yolu da odur. Onu yansıtanlar yaşamışlar ve aziz olmuşlar. Bu hakikatler ferdan ferdadır, yani kişiden kişiyedir. Evvelâ nefsinde yaşayacaksın, sonra içtimâî hayatın her kademesinde ve her makamında yaşayacaksın. Makamlar azizdir, insanlar fanidir. Bunlar istismar edilmemelidir. Hangi makam olursa olsun, nizanın ve husûmetin kaynağı olmamalıdır.
Bu itibarla bu aziz vatanda “niza ve husûmet” olamaz. Aklı erenler ve münevver kişiler, birliğimizin, ittihadımızın ve ülkenin devâmiyeti için gerçekleri söylemelidirler ve barışın, kardeşliğin öncülüğünü yapmalıdırlar. Gün bugündür. Aynı gemideyiz, batarsak beraber batacağız. Komşu ve kardeş Irak büyük bir derstir. Keşke Türkiye’de bir bardak suda fırtına koparanlar, her gün Irak manzaralarını ve neden bu noktaya gelindiğini birlikte gösterseler. Belki ıslâh olanlar olur. İçtiğimiz suyun ve yediğimiz ekmeğin tadını bozdurtmayalım.
Büyük şair Hafız-ı Şirazî bir Farisî beytinde diyor ki:
“Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin.”
“İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muâşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muâmele etmektir.”3
Soruyorum bunun neresindeyiz ve neresindeler?
Lemeât’taki söz, mezkûr iki âyet ve bu son satırlardaki Farisî beyit, günlük bir kahvaltı veya bir öğle yemeği kadar değer verilir ve akıl midesine sevk edilirse ve tefekkür âlemine gösterilirse, yüksek tansiyonlar normale avdet edecektir. Yoksa eden bulur…
Dipnotlar:
1- Hucurat Sûresi: 10. âyet; 2- Fussilet Sûresi: 34. âyet; 3- Mektûbât, B. S. Nursî, 22. Mektub
11.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|