En zor bulunan, en yanıbaşımızda, en sevdiğimiz ve hep özlenen, hep aranılan, "Dostluk! “
Onu, yani dostluğu, kazanmak. Dost olmak. Dost kalmak ve devam ettirmek. Galiba hem zor, hem çok kolay.
Bu zamanda belki her insanın istediği, devamını dilediği sıcak bir his, bin can ile istenen bir duygu, hasret kalınan bir özellik ve değerdir, dostluk!
Meftûn olmanın, hayran kalmanın, düşmanları dehşetler içerisinde bırakmanın, vazifeyi, mesaiyi vesile edebilmenin adıdır, dostluk!
Fazilet ve sadakatin, yakınlarla el ele verebilmenin, hatırlanıp yepyeni köprüler kurmanın adıdır “Dostluk!”
Onun için, Gurbetler yaşamamak ve yaşatmamak, Husûmet ve fenalığa vakit ayırmamak gerek.
Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp,
Şevk ile her dem uçup, dost, dost! diye çağırabilmenin adıdır O.
Visalin, kavuşmanın ikliminde kaynaşmanın gönül baharları olmalı.
Ayrılıklar, hatalar, dalgınlıklar, kırılmalar vardır bu hayatın gerçekleri içerisinde muhakkak. İnsan olmanın gereği, dehşetli asrın baskıları, gaddar medeniyetin bidalarına karşı hangi babayiğit var sade ve katkısız direnebilen, karşı koyabilen!
Bu alanda maalesef “yokları” oynuyoruz. O zaman fert olarak, camia olarak, millet olarak birbirimize, “diğerine” “ katlanmanın” gerçeğiyle yüzleşmeliyiz.
Affetmenin şemsiyesini açmalıyız. Hoşgörünün sığına koşmalıyız. Saygı duygusunun kanatlarına sığınmalıyız, bazen duymamanın, görmemenin sağırlığını devreye sokmalıyız.
Gerçek mânâdaki dostlar arasında bunlara yer olmamalı.
Çünkü en azılı ve insafsız kâfirlere bile hakkı tebliğde sabır gösteren Son Nebinin (ASM) ümmeti olmanın sorumluluğu var omuzlarımızda.
Çünkü, bin yıllık şerefli tarihiyle Avrupa ve dünyaya “insanlık” dersi veren bir ecdadın torunları olmanın tarihî şuuru var genlerimizde.
Çünkü, -imanlarını kurtarmak şartıyla- her türlü eza ve cefayı yapan zındıka komitelerini bile affetmeyi vaad eden bir “Üstada” talebe olmanın bahtiyarlığı var gönüllerimizde.
Çünkü, yıllardır mensup olmakla şeref duyduğumuz bir şahsı manevînin sıcaklığı ve unutulmaz hatıraları var hafızalarımızda.
İşte bütün bunlar ve buna mümasil bir çok sebeplerden dolayı bu topraklarda yaşayan “ben!”ler “biz!” olmak durumunda. “Ben” olarak değil, “Biz” olarak düşünmek zorundayız.
Müfarakat ve ayrılmamanın uzağında, bir iç barışının, kaynaşmanın, huzurun, fedakârlığın tatbikiyle, Baki âlemden gelen ilâhî bir kokunun, idrakiyle, mensubiyetin, marifet ve ilmin gereğini kavrayabilmeyi başarmak gerek.
Yakınlığın, bahtiyarlığın, samîmiliğin ve azîzliğin ünvanıyla, hakîkat ve masumiyetin idrakiyle, gerçek dostlarla hemhal olabilmenin, hasbiliğin, devamlı temasta olmanın, sadıkiyetin, hatırın, kudsîyetin adıyla hareket edebilmemiz gerekiyor. İyiliğin, irşadın, selâmın, istirahatin, hatırın, rahatın, sabrın adını tatbiki olarak yaşatmamız gerekiyor.
Tahammülün, halisiyetin, ihsanın, ikramın, Ahireti hatırlamanın, yabanîliği ötelemenin, şüphecilikten uzaklığın, fenalıktan ıraklığın, zararın ötesinde olmanın adını koyabilmenin gereğini yaşayıp yaşatmak.
Rütbelerin, kıymetlerin, menfaatlerin, münafıklığın o kudsî duygu adına, “dostluk” adına unutabilmek. Ezaya, cefa çekmeye, mahrumiyete, fıraka, iftirak tokatlarına karşı koyabilmek. Bu acîb, dostsuz zamanda, Lillah için muhabbet etmenin ve hakîki bir tesellî alıp vermenin, başa gelen meşakkatlerin pek ucuz düşeceğini ve ehemmiyeti kalacağına inanmanın adıdır, dostluk!
Şartlar bunu gerektiriyor. Gerçekler bunu söylüyor. Saf gönüller böyle istiyor. Kalpler böyle hissediyor. Bu hissiyata tercüman olmak istedim.
18.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|