SEVGİNİN, saygının, şefkatin, her türlü iyiliğin, hak ve hürriyetlere saygının, bütün güzelliklerin, insanî duyguların hükmettiği bir toplum düşünün. Böylesi bir topluma herkes özlem duyar, böyle insanlar arasında yaşamak için can atar.
Bu mümkün mü?
Tabiî ki mümkün. Çünkü İslâmın gönderiliş maksadı budur. İyilik ve güzelliklerin hakim olduğu, kötülüklerin hayat bulamadığı bir toplum meydana getirmek.
İslâm, Asr-ı Saadet yani mutluluk çağı adıyla anılan Allah Resûlünün döneminde bunu hakkıyla gerçekleştirmiştir. Sonraki dönemlerde de ona uyabildikleri ölçüde insanlar mutluluğu yakalamışlardır. Bunun esaslarını Kur’ân ve hadis-i şeriflerde bulmak mümkündür. Kur’ân nasıl bir insan tablosu çiziyor? Birçok âyet-i kerimede bunu görüyoruz. Mü’minler sûresi diye bilinen Mü’minûn Sûresinin ilk on âyetinde bu özellikler bir bir sayılır. Âyetler nazil olduğunda sûrenin başından onuncu âyetine kadar olan kısmını okuyan Allah Resûlü (a.s.m.), ‘Kim bu on âyetin hükmünü yerine getirirse Cennete girer’ buyurmuş, sonra da kıbleye yönelip ellerini kaldırarak şöyle duâ etmişlerdi: “Ya Rab, bizi azaltma, çoğalt. Bizi şerefli kıl, küçük düşürme. Bize ihsan et, bizi mahrum etme. Bizi üstün kıl, mağlûp etme. Ya Rab, bizi hoşnut et ve bizden razı ol.”
Sûrenin ilk âyeti mü’minlerin kurtuluşa erdikleri, umduklarına kavuştuklarını belirterek başlıyor. Onların birinci özellikleri namazla ilgili. Sûrenin ikinci âyetinde, “Onlar namazlarını Allah’tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tadil-i erkân ile kılarlar” buyuruluyor. İmandan sonra en büyük hakikat olan namazla böylesine hemhaldirler Cennetlik mü’minler.
Mü’minin vasfı faydalı şeylerin peşinde koşmak; lüzumsuz, işe yaramayan şeylerden uzak kalmaktır. Üçüncü âyette, “Onlar dünya ve ahiretlerine faydası dokunmayan her türlü şeyden yüz çevirirler” buyurularak bu özelliklerine dikkat çekilir. Lüzumsuz şeylerden uzak kalan, faydalının peşinde koşan mü’min başkalarına faydalı da olmak zorundadır. Bir sonraki âyette onların Allah’ın ihsan ettiği her türlü nimetin zekâtını aksatmadan verdikleri anlatılır.
Zekât, İslâmın köprüsüdür. Zenginle fakir arasında köprü kurar, aradaki uçurumu kapatır. Fakirden zengine uzanan kin ve düşmanlık, zenginden fakire uygulanan baskı ve zulüm ancak zekât köprüsünün kurulmasıyla önlenebilir. O takdirde fakirden zengine karşı sevgi ve saygı, zenginden fakire karşı da şefkat ve merhamet eli uzanır. Sevgi, saygı ve şefkatin hükmettiği toplamlarda da huzur vardır. Sonraki âyetlerde de onların namuslarını korudukları, helâl dairede yaşadıkları; Allah’a ve kullara karşı olan emanet ve mes’uliyetlerini yerine getirdiklerine ve sözlerinde durduklarına vurgu yapılır. Dokuzuncu âyette yine onların yine namazla olan ilgileri nazara verilir; namazlarını sürekli, vaktinde ve şartlarına riayet ederek kıldıklarına dikkat çekilir.
On ve on birinci âyetlerde ise bu özelliklere sahip olan mü’minler için, “İşte onlar varislerin ta kendisidir. Onlar Firdevs Cennetine varis olurlar. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır” buyurulur.
Hangi mü’min bu özelliklere sahip olarak Firdevs Cennetine varis olmak istemez.
Görülüyor ki mü’minin taşıdığı bu birkaç özellik bile onların hem dünyasını, hem de ahiretini Cennete çevirmektedir.
18.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|