RESÜL-Ü Ekrem (a.s.m.) ve Müslümanların 622’de Mekke’den Medine’ye göç edişlerine Hicret diyoruz.
Hicret her ne kadar yüzyıllar önce gerçekleştirilmiş bir olay ise de hâlâ yaşanan, birçok gerçeği birden hatırlatan canlı bir hakikat, bir ibret ve hikmet tablosu olarak önümüzde duruyor.
İslâmın hangi hakikatı vardır ki her asra, her kesime hitap etmesin.
Görünüşte bir kaçış gibidir Hicret. Eğer bu bir kaçıssa korku kaçışı değil, Allah’a kaçış, yani Allah’ın emrine uyma için uygun bir zemin arama, dini rahat bir atmosferde yaşama kaçışıdır. Bütün meselesi Allah’ın rızasını kazanma olan ve bu hususta güçlükler çeken Sahabenin yine Allah’ın rızasına kaçışının bir ifadesidir.
Evet, Hicret Allah’ın rızasını elde etmenin bir ifadesi olan dini korkusuz, tehlikesiz bir iklimde güven içinde, serbestçe yaşamak için münbit bir zemin, müsait bir iklim arayışından ibarettir. Bir kısım Müslümanlar Habeşistan’a da bu maksatla hicret etmemişler miydi?
Hicret günahtan kaçıştır. Nitekim Allah Resûlü (a.s.m.) “Muhacir günahları terk edendir” buyurarak bunun her dönemde gerçekleştirilebileceğini göstermiştir.
Hicret hakikat güneşinin, gözlerini alan insanlara farklı bir mevsimde, farklı bir ufuktan doğarak gösterme hadisesidir. Allah için yapılamayacak fedâkârlık olamazdı. Bir kısmı Allah için malını, mülkünü, her şeyini bırakıp yurdunu terk ederken bir kısmı da diğerlerine kucak açacak, her şeylerini paylaşacaklardı. Enfal Sûresinin 74. âyetinde belirtildiği gibi bu gerçek mü'minler günahları bağışlanan ve Cennette tükenmez rızıkları hak kazanan kimselerdi.
Mü’min güzelliklerin, mükemmelliklerin adamıdır. İnsanı insan yapan, üstelik sultan yapan bütün güzel hasletlere sahiptir. Bu manevî zenginlik hem dünya, hem de ahirette mutlu etmeye yeter insanı. Gerçek kurtuluş işte budur.
Ve yine mü’min bencil değil, diğergam insandır. Tattığı bu mutluluğu başkalarının da tatmasını, onların da kurtulmasını ister.
Bir anlamda Hicret insan kurtarmanın farklı bir versiyonu, adam kazanma, İslâma ısındırma hareketinin diğer bir şeklidir. Savaşta elindeki kılıçla düşmanı öldürecekken yüzüne tükürmesi üzerine kesmeyi bırakan Hz. Ali’nin, düşmanı bırakışında da—o kritik anda bile adam kurtarma— gerçeği yatmaz mı?
En şiddetli düşmanını bile yok etme değil, kurtarma anlayışı, şefkat ve merhameti vardır Hicrette. Aradan geçen hadiseler sonucunda peşin hükümlerden sıyrılıp kin, nefret ve düşmanlık duygularından arınan müşrikler zamanla İslâma insaf ve vicdanla bakmaya, bir bir teslim olmaya başlamışlardı. Mü’min gerektiğinde İslâmı tebliğde farklı bir iklim ve atmosfere girecektir.
Evet, Hicret bir türlü değerleri bilinemeyen; sevgi, şefkat, insanlık ve fazilet abidesi olan insanların herbiri birer cevher olan hasletlerinin, o cevherlerin insanlıktan yoksun vahşî, kaba nice insan tarafından fark edilip onlara koşmalarını sağlamak için bir hazırlıktı, farklı adımlar atmaktı; kurtulamayan insanları iman nurlarıyla kurtarma operasyonuydu.
Diğer bir ifadeyle Hicret insanlığa, barışa, huzura koşma, tek kelimeyle dünyanın Cennete döndürülmesi faaliyetidir. Sevgi, saygı, barış, dostluk, yardımlaşmanın hükmettiği bir dünya hiç Cennete dönmez mi?
Kısaca Asr-ı Saadet modelinin vücut bulmasında Hicret, başlangıcı biraz ıztırap, sonu rahmet dolu bir kesit olarak yer alacak, insanlığa ibret ve hikmetler yüklü hatıralar armağan edecekti.
16.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|