BİR insan için Allah’ın rısısını kazanmak kadar önemli bir mesele, makam, mertebe ve derece düşünülemez. Ömür dakikalarını Allah’ın rızasına endeksleyen kimseler için bundan daha daha büyük bir maksat ne olabilir ki? Allah razı olduktan sonra geri kalanın hiç önemi yok. Allah razı olmadıktan sonra da isterse insan dünyaya sultan olsun ne kıymeti var.
Ne mutlu insandır Allah’ın rızasını kazanan kişi! İşte Kur’an’ın tasdikiyle böyle biri: Süheyb bin Sinan. Rum diyarından geldiği için Süheyb-i Rumî derlerdi ona. Müslümlanların sayısı daha kırkı bulmadan İslâmla şereflenen kahramanlardandı o. İnancı uğruna nice sıkıntılar çekti, nice işkencelere katlandı. Hicret kapısı açılınca o da rahat bir nefes almak, dinini serbestçe yaşayabilmek için Medine’nin yolunu tuttu. Ancak müşrikler hemen önünü kesip, “Bu hâlinle gidemezsin” dediler. “Sen buraya fakir biri olarak geldin. Burada mal mülk edindin, zengin oldun. Bunları götürmene razı olmayız.”
Hz. Süheyb’in parada, pulda gözü yoktu. Onun için en önemli şey Allah’ın rızasına kavuşmaktı. Din için Allah Resûlü (a.s.m.) ve arkadaşları Medine’ye hicret etmemişler miydi? Herşeye rağmen o da onlara katılmalıydı. Yola çıktığında müşriklerin engelleriyle karşılaştı. Malıyla mülküyle göndermek istemiyorlardı. Yanındaki okdanlığı göstererek, “Okdanlığım dolu. Bilirsiniz ki içinizde benim kadar iyi ok atanınız yoktur. Bitinceye kadar oklarımı atarım. Sonra da yanımdaki kılıçla sizinle mücadele ederim. Ama sizin maksadınız para-pul, mal mülkse buyrun hepsi sizin olsun. Yeter ki siz benim yolumu açın, ben Resûlullaha kavuşayım.” Müşriklerin arayıp da bulamadıkları şeydi bu. Malına, mülküne el koyup onu serbest bıraktılar. Medine’ye vardığında Hazret-i Ebu Bekir onu, “Alışverişin mübarek olsun! Nefsini Allah rızası için sattın ve senin hakkında bu âyet nazil oldu” diyerek hakkında indirilen şu mealdeki ayet-i kerimeyi okuyordu: “İnsanlardan öylesi vardır ki, karşılığında Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah ise kullarına pek şefkatlidir.”1
Yaptığı hareketle Cenab-ı Hakkın rızasını kazanan bu kahraman Sahabî İsanbul’un fethiyle ilgili müjdeyi duyduğunda yıllar sonra yine geldiği topraklara cihad aşkıyla yanıp kavrularak gidecek ve o zaman bir kasaba olan Çorum topraklarında hakkın rahmetine kavuşacaktı.
Aynı şekilde Ubeyd-ı Gazi ve Hz. Ömer’in “Bin askere bedeldir!” dediği Amr bin Ma’d-ı Kereb de burada vefat edeceklerdi. 19. yüzyılın büyük hadis âlimlerinden Yusuf Bahri Hazretleri ölürken kabrinin Amr bin Ma’d-i Kereb Hazretlerinin hemen ayak ucuna kazılmasını vasiyet etmiş, Kıyamet gününde bu büyük insanın eteğinden tutup şefaatini isterim” demiş ve ayak ucuna defnedilmişti. Çorumlular Hıdırlık Semtinde bulunan ve türbeleri ziyaretgâh haline gelen bu büyük insanlarla ne kadar iftihar etseler az. Regaib Kandilinde Çorumlu dostlarla birlikte sohbet ederken Cuma günü de rıza-yı İlâhi için oralara kadar gitmekten çekinmeyen bu mübarek ve müstesna insanları ziyaret etme imkânı bulduk.
Üç günlük seyahatimiz esnasında o gece de Çorumlu arkadaşlarla birlikte Sungurlulu dostları ziyaret ettik, sohbete katıldık. Cumartesi günü de arkadaşımız İbrahim Vapurla birlikte ormanlık içerisine serpiştirilmiş güzel bir ilçe olan Araç’ta Mustafa Beyin oğlunun düğününe katıldık. Cumartesi günü de sohbette Kastamonulu dostlarla beraberdik.
İşte seyahatlerin böylesine nefis meyveleri var.
1. Bakara Suresi: 207.
15.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|