meclis açık, “kapatma davası”na karşı “ihtiyatî” çalışıyor. Belli ki iktidar partisi yönetimi, partinin kapatılması halinde muhtemel bir siyasî dağılmayı ve partinin bölünmesini önlemek için bu tedbire başvurdu.
Ağustos’un ilk haftasındaki Yüksek Askerî Şura toplantısının ardından ay içinde “karar”ın verileceği tahmin ediliyor. Amerika’nın Ankara eski Büyükelçisi, tâ Washington’dan “karar tarihi”ni ayın ikinci veya üçüncü haftası olarak açıkladı bile.
İstanbul’daki Amerikan Başkonsolosluğu önünde üç polisin şehid edilmesiyle sonuçlanan saldırı soruşturması, “El Kaide bağlantısı” tartışmaları ortasında âdeta kayboldu. Birkaç gözaltı ve tutuklamadan sonra bir nevi sessizliğe büründü. Lâkin “Ergenekon soruşturması” devam ediyor; ucu uluslararası provokatörlere dayanan, yabancı istihbarat servislerine uzanan, en son yurtdışında “hahamlık görevi”nde karar kılan “kara kutu”lardan bahsediliyor.
Bu arada Millî Görüş çekirdeğinden gelen ve beş yıl boyunca AKP hükûmetlerinde “Başbakan Yardımcılığı” görevini üstelenen Abdüllatif Şener başta olmak üzere, “kapatma kararı”nın açıklanmasıyla AKP’nin yerine ikame edilecek “yeni oluşum” arayışları da sürüyor.
En son iki maddelik değişiklikle başörtüsü yasağın daha da yayınlaştıran ve en vâhimi yasakçıların eline âdeta yasadışı yasağı “yasallaştırma” bahanesi veren gereksizliğin ötesinde, demokratikleşmenin temelini oluşturan “yeni anayasa” çalışmaları olduğu gibi rafa kaldırıldı. Kısacası siyaset bir belirsizliğin içinde, âdeta gün sayıyor…
Meclis’in yargıdaki bir “dava”ya müdahâlesi elbette ki doğru değil. Bu durum şüphesiz beraberinde daha büyük tartışmaları gerektirir. Ancak, sözkonusu “davalar”dan azâde olarak demokrasiyi katleden, temel hak ve hürriyetleri engelleyen, millet irâdesini devre dışı bıraktıran hususların ayıklaması da bir vazifesi…
Gerçek şu ki Türkiye 27 Mayıs ihtilâlini, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül darbesini, 28 Şubat “postmodern darbesi”ni doğru dürüst tartışmadı. Bu darbelerin mimarları anayasa ve yasalarca korundu ve kollandı.
“12 Eylül anayasası” olarak tanımlanan “82 Anayasası”nın “Geçici 15. maddesi”ndeki, 12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimlerle teşkil edilecek Meclis’e kadar, ihtilâl konseyinin ve bu konseyin emrindeki hükûmetlerin ve hatta Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı” hükmü, AKP iktidarı öncesinde kısmen de olsa düzeltildi. Uzun yıllar sonra, artık zaman aşımına da uğramış olsa bu kayıt kaldırıldı.
Ne var ki üzerinden 28 yıl geçtiği halde, “ihtilâl dönemindeki karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında hiçbir cezaî, malî veya hukukî dava açılamayacağı” yasağı duruyor.
Kısacası 12 Eylül darbesini yapan ihtilâlcilerle, her türlü antidemokratik karar ve tasarruflarda bulunan konsey ve hükümet üyeleriyle yöneticileri hakkında dava açılamıyor. Tasarrufları hakkında dava açılsa da, o tasarrufları uygulayan şahıslar hakkında soruşturma açılamıyor…
Neticede milletin Meclisini kapatan, anayasayı silâh zoruyla ilga eden, meşru hükûmetleri devirenler çeyrek asrı aşkındır, “evet” propagandasının serbest, “hayır” demenin yasak olduğu kendi eserleri Anayasa tarafından kollanıyorlar. Ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor; dahası bir matahmışçasına televizyonlara çıkıp ahkâm kesiyorlar.
Keza mevhum “irtica tehdidi” uydurmasıyla Türkiye’de adeta bir baskı ve terör estirip 28 Şubat darbesini dayatanlar; evinde radyoda ilâhî dinlediği ya da eşinin başı örtülü olduğu için bürokratları, yargıçları mesleklerinden ihrâç edip haklarında soruşturmalar açanlar da tıpkı 12 Eylül darbesi sorumluları gibi hiçbir hesap vermiş değiller.
Bu bakımdan Meclis’te büyük bir çoğunluğu elinde tutan siyasî iktidarın, devam eden davaların sonucu ne olursa olsun, bu süreyi fırsat bilerek, hâlâ darbeleri ve darbecileri koruyan, demokrasiyi tahrip eden ve millet irâdesini tepen “koruma ve kollamaları” bertaraf etmesi gerekiyor.
Gelinen noktada bizzat hükûmetçe askıya alınan “yeni anayasa”ya dönmek, bu tatil sürecinde zor. Fakat şu birkaç haftalık sürede en azından darbeleri ve darbecileri koruyup kollayan hükümler anayasa ve yasalardan ayıklanabilir…
22 Temmuz seçimlerinin üzeriden bir yıl geçti. Meclis’in bu çalışması, içte ve dışta Türkiye’nin demokratikleşmeden vazgeçemeyeceğinin mesajı olur. Türkiye’nin önündeki süreci de aydınlatır…
Hazır Meclis açıkken hiçolmazsa bu çaba gösterilmeli…
***
Not: Yıllık iznimin bir bölümü için, izninizle… C.İ.
22.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|