Bir yıl bir ay süren soruşturmalar sonucu ancak hazırlanan ve dört darbe iddiasının yer aldığı “Ergenekon iddianâmesi” gerçekten klâsik değil. Onlarca gizli tanığın ifâdesinin bulunduğu 48’i tutuklu, 36 tutuksuz toplam 86 zanlının yer aldığı 441 klasörlük ekleri bulunan 40 ana başlık altındaki 2455 sayfalık “iddiânâme”sindeki “suçlamalar” dikkat çekici.
Mahkemenin 15 günlük kabul süresi var. Yargılamanın başlaması için öncelikle Mahkemenin iddianâmeyi kabul etmesi gerekiyor. Delillerin yeterli olup olmadığı, iddianâmenin eksik görülmesi ve hatta reddedilmesi, mahkemenin takdirinde.
Ancak iddianâmeyi açıklayan İstanbul Başsavcısı’nın, “silâhlı terör örgütünü kurmak ve yönetmek” eylemi altında “şiddet yoluyla hükûmeti ortadan kaldırma”nın yanısıra “halkı isyana tahrik” iddiası, Türkiye’nin yakın tarihindeki “darbe” ve “tahrik” ilintisini bir defa daha gündeme getirdi.
Diğer yandan “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik”in Danıştay saldırısına ve Cumhuriyet gazetesine bomba atmaya “azmettirmek”le birleştirilmesi, her darbe ve ara dönem öncesinde toplumu çeşitli etnik, ideolojik ve mezhebî ayırımlarla kutuplaştıran kışkırtıcı konseptleri mevzubahis ediyor.
Tıpkı 27 Mayıs 1960’ta Harb Okulu talebelerini sokaklara salarak Demokrat Parti iktidarına karşı kurulan komplo gibi. Adalet Partisi hükûmetini 1971’de 12 Mart muhtırasıyla, peşinden 1980’de 12 Eylül ihtilâliyle devirme öncesinde olduğu gibi.
En son 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinde “irtica tehdidi” uydurmasıyla toplumun topyekûn bir “laik - antilaik” kamplaştırıp asimetrik tahrikle kargaşa ve kaosa itilmesinde olduğu gibi…
Gerçek şu ki iddianâme henüz resmen açıklanmış değil. İkibin beşyüz sayfalık iddianâmenin esaslarıyla ilgili onbeş dakikalık kısa bir açıklama yapıldı. Bu bakımdan oldukça kalabalık ve karmaşık ilişkilerin ortasında nasıl bir neticeye varılacağını kimse kestiremiyor.
Bu arada iki emekli generalin tutuklanmasıyla sonuçlanan 1 Temmuz’daki gözaltılarla ilgili “ek iddianâme” hazırlanacağı belirtiliyor. Ancak eski bir kuvvet komutanına ait “darbe günlükleri”nin iddianâmeye girip girmeyeceği hâlâ belli değil. Başsavcı’nın girmeyeceği açıklamasına rağmen bu hususta çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.
Zira uzun zamandır medyada deşifre edilen “darbe günlükleri”nin iddianâmeye eklenmesi halinde, tutuklanan iki emekli generalle birlikte “günlük”te adı geçen ve bazıları hâlen görevde olan dönemin diğer komutanları hakkında da “ek iddianâme” gerektiriyor.
Bu durum, beraberinde yeni bazı isimlerin gözaltına alınmasını ve tutuklanmasını “darbe hazırlığı”nın daha etraflıca araştırılmasını zorunlu kılar ki, bu noktadan sonra işin seyri değişiyor.
Genelkurmay Askerî Savcılığı’nın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından iddianâme ilgili bilgi ve belgeleri istediği haberleri üzerine askerî savcılığın olaya el koyacağı söylentileri, gerçi Genelkurmay’ca tekzip edildi. Lakin buna rağmen, aynen “Şemdinli davası”nda olduğu gibi komutanların iddianâmede yer alan “darbe hazırlıkları”nı “görevleri esnasında yaptıkları” ve bazı isimlerin hâlen “görevde” olduğu gerekçesiyle “asker kişiler”in dosyalarının askerî mahkemeye intikali sözkonusu oluyor.
Bu yüzden önemli bir kısmı emekli askerler üzerinde olan bu davanın mâhiyetine göre askerî mahkemeye sevkedilmesi ihtimali her an bulunuyor…
Aslında bu ihtimal muhalefetin davanın hükûmet nezdinde sürdürüldüğü iddiasını daha baştan boşa çıkarıyor.
Bir yılı aşan iddianâme hazırlığı sürecinde, siyasî iktidarca bilgi servisi yapıldığı, soruşturmanın yönlendirdiği, siyasî rakiplerin ve muhalefeti sindirme stratejisinin güdüldüğü vehminin hiçbir delili kalmıyor.
Baykal’ın “davanın avukatıyım” çıkışına karşı, Başbakan her ne kadar “davanın savcısıyım” diye demesi, muhalefetle iktidar arasında bir tahterevalli oyununa, adeta kayıkçı kavgasına dönüştü. Bu vaziyet, daha önce “Şemdinli davası”nın savcısını koruyamayan ve meslekten ihrâcını engellemeyen AKP iktidarının bu davada da insiyatif sahibi olmadığını açığa çıkarıyor.
İddianâme hakkındaki basın toplantısının ardından toplanan Bakanlar Kurulu’dan sonra konuşan hükûmet sözcüsü Çiçek’in, “Yargılama devam ederken açıklama yapmayacağım” deyip bazı rutin bilgilerle yetinmesi de bunu gösteriyor.
Ve hâdiseler, kamuoyundaki yaygın kanaatle paralel olarak, “dava”nın Genel Kurmay’ın “izni” ve “oluru”yla yürüdüğü izlenimini te’yid ediyor. Ki askerî mahallerdeki gözaltıların “askerî makamların bilgisi dahilinde” yapıldığı açıklaması da bunu gösteriyor.
Bu açıklamanın sıradan tabîi bir işlemin ötesindeki anlamı nedir? Gelişmeler gösterecek…
17.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|