Tunus’tan Türkiye’ye, Türkiye’den Tunus’a karşılıklı bakışlar baktık Mecdi’yle konuşmamızda… Kelimelerin ötesinde, bakışlardan bağ kurduk, konuştukça birbirimize yakın olduğumuzu fark ettik; farklı kıt'ada, farklı ırktan olsak da…
50’li yıllarda Fransız sömürgesinden Habib Burgiba ile kurtulmuş Tunus, birkaç yıl önce de kralları ölmüş… Bizde doğu batı gibi, onlarda da kuzey güney diye ifade ediliyormuş farklılık; kuzey: fakir, çöl iklimi hâkim, berberiler yaşıyor, güney: denize yakın, turizm geliri yüksek, modern şehirlerde Araplar yaşıyor…
Gelişmişlikte bizden gerideler, sanayi zayıf, en büyük gelirleri turizm… Orada da tesettür yasağı var, dindarlar üzerinde olumsuz hava estiriyorlar… Her yerde olduğu gibi kimlik ve gelenek çatışması yaşanıyor… Global kapitalist kültür Tunus’u da silip süpürmüş; Sina Çölü ile Akdeniz arasında gidip geliyor, kim olduğunu ve kimliğini arıyor halk…
Devletin adı Demokratik Tunus Cumhuriyeti olsa da tabuların baskısından kurtulamamış henüz; yarım yamalak demokrat ve cumhuriyet… Biz de olduğu gibi isim ve resimden öte bir şey yok; göstermelik ve aldatıcı riyakâr tarz hüküm sürüyor…
Genç Mecdi ile arkadaşım Ali Osman'ın işyerinde tanıştık ve onun tercümesiyle anlaşıyoruz… Kahve tadında süren sohbetimiz biraz daha koyulaşıyor, buraya gelişinde başlangıçta büyük olumsuzluk yaşamış olsa da sonradan telâfi edilmesiyle büyük mutluluk yaşamış… Arkadaşımıza babam, çalışma arkadaşlarına biraderim diye hitap ediyor…
Osmanlı diğer milletlere babalık ve biraderlik yapmadı mı? Akdeniz’i Müslüman gölüne çevirmesi engin bir gönüle sahip olmasından değil mi? Üç kıt'ada, üç din, on beş milleti asırlarca bir arada tutan sır bozulduğundan Tunus da, Türkiye de belini doğrultup kendine gelemiyor…
Mecdi de Evlâdı Fatihan… Büyük dedeleri Osmanlı, artık orada kalmışlar, oralı olmuşlar fakat burada aslını ve neslini arıyor; Risâle-i Nur’u burada duydu, Arapça “Asayı Musa” hediye edildi kendine… Kendini, aslını bulsun, nereden geldiğini nereye gideceğini bilsin diye… Kıt'aları kuşatan nuranî iksiri, idrak damarlarında akıtsın diye… Akdeniz nur gölüne dönüşsün, zalim zihniyet denizin dibine boylasın da dünyaya dalga dalga barış, bereket aksın diye…
Göle maya çalmıyoruz, hakikati, hikmet balıklar olarak denize salıyoruz… Bakarsınız Hızır buluşmalarla hazır olur duâlarımız… Bu defa üç kıt'a değil yedi kıt'ayı kuşatır Kur’ânî Nur Risâleleri, okyanuslar sükûn denizlere dönüşür, karalar aydınlanır, huzur her yere hâkim olur, ağlayan ihtiyar dünya İslâm’a teslim olur, son bir defa tekrar güler.
Mecdi Bursa’ya geçici çalışmaya gelmiş bir Endüstri Mühendisi, inşaallah kalıcı hakikatle döner memleketi, memleketimiz Tunus’a…
Bediüzzaman Afrika’ya niye gitti dersiniz? Mânâ ikliminde bu sorunun cevabı aranmalı; Mecdi’yi Mecdi’leri muştuluyor olmasın…
Bu sıcak günlerde Akdeniz rüzgârına ne kadar ihtiyacımız var dersiniz? Fetih için binlerce Mecdi’ler bizi bekliyor, Barbaros Hayrettin Paşa’nın torunları ayağa kalmış ufuk gözlüyor… Selam Mecdi’ler, selam Said’ler.
22.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|