Batı kendisini hasta kabul etmiyor. Şimdilik elindeki teknoloji ile kendisini oyalıyor. Başkalarıyla karşılaştırmalarını da maddeperest bakışla yapıyor ve yanılıyor. Fakat, insanlığı uzun süre aldatmak mümkün değildir. Bu cazibedar kamufle araçları da miadını doldurmak üzeredir ve hakkı aramaya başladı.
Böylece Batı insanı, medyanın bombardımanı altında, gerçeği bulamıyor, en azından kıyaslayamıyor! Hele, bir kısım İslâm ülkelerinde yaşanan menfî hâdiseleri duyunca, bütün bütün aleyhte şartlanıyor ve İslâmiyet öyle zannediliyor!
“Eğer biz İslâmiyetin güzel ahlâkını hal ve hareketlerimizle gösterebilsek, sâir dinlerin tâbileri de grup grup İslâmiyete koşacaklardır” hakikati, mutlak bir realite olarak kendisini gösteriyor.
Batılıların bir diğer övgüye değer özelliği okumaya aşırı düşkün olmalarıdır. Otobüste, trende, tatilde herkesin bir gazete, dergi veya kitap... Eğer ayık iseler, uyku ve diskoteğin elinden zamanlarını kurtarabilmişlerse okuyorlar. Öyle televizyon meraklısı değiller.
Oysa, okumak da Hz. Peygambere (asm) inen ilk âyet, “Oku!” emridir. Bu emir, 3. inen ilk âyetlerin üçüncüsünde tekrarlanır. Yazma ve bilme, bilimin Allah’ın bir lütfu olduğu nazara verilir. Ve bir rivayette inen ikinci sûrenin ilk âyetinde kalem üzerine yemin edilir. Bunun yanında, binlerce yüzlerce âyette okuma, akıl etme, düşünme, tefekkür, araştırma, gözlem nazara verilir ve bunlarla ilgili Kur’ân’da binlerce kelime geçer.
Batılı insanın hasreti
Batıda yaşayanlar bilir. Daha önce de İsviçre, Ortaasya, şimdi Avusturya, Almanya gezisinde de müşahade ettik: Batılıların (gayri müslimlerin) bakışlarında derin bir boşluk, yüz çizgilerinde bir korku ve endişe titreşimleri...
Zenginliğin, maddî refahın zirvesinde yaşayan Batı insanı derin bir manevî boşluk ve kahredici bir bunalımın anaforunda bocalıyor. Sefahet ve sefalet bataklığında çırpındıkça daha da batıyor! Kurtuluş çareleri arıyor.
İşte bu noktada Batı’da yaşayan Müslümanları büyük bir gelecek, bir ganimet, bir müjde ve o nisbette de büyük bir mes’uliyet bekliyor.
Müslümanlar; sefahet ve sefaletin kara delikler gibi yuttuğu bu insanlara el uzatabilir; kurtuluş vesilesi olabilirler. En önemli tebliğ metodu (ki, İslâm tarihi boyunca böyle olmuştur), hal diliyle ve İslâmın ahlâkını yaşayarak örnek olabilir, güzelliklerini gösterebilirler. Bediüzzaman bunu şöyle formülleştirir:
Eğer biz ahlâkı İslâmiyenin ve hakaikı îmaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabîleri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.”
İşte başta Türkler olmak üzere, sair Müslümanlar, İslâmiyetin özelliklerini, güzelliklerini yaşayarak; aralayış içinde olanlara gösterebilirler. Böylece fikir hürriyeti ve hakikati araştırma meylinin uyandığı Batılı insanlara sonsuz hayatlarının can simidi olabilirler.
26.07.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|